Bu yolda ölmek; ‘ölü mü denir şimdi onlara?’ – Vedat İlbeyoğlu

Yıllar yıllar öncesiydi. Meşhur köy boşaltmalar dönemi. Canlarını zor kurtarmış yüzbinlerce yoksul insanın yerinden yurdundan edilmiş halde, belirsiz bir geleceğe savruldukları 90’ların başı… Ardından sayısız hikâye bırakan bir ‘devlet dersi’ydi yaşanan. Aktarılanlardan biri özetle şöyleydi: Evleri yakılmış köyden uzaklaşan kafileden bir kadın, patikanın şehre giden asfalt yolla buluştuğu noktada ayakkabılarını çıkarıyor; “Valinin/Devletin yolu kirlenmesin” diye! Devlet-Vatandaş ilişkisinin nasıl bir algı ya da gerçeklikle somutlandığını gösteren, ‘devlet yolu’ imgesinin ürkütücülüğünü ve o ‘yolda’ yürümeye çalışanın çaresiz yalnızlığını da sergileyen, ciğer yakan bir yaşanmışlıktır.

“Valinin yolu”nda ayakkabı çıkaran o Kürt kadınının sonradan sığındığı kentte tabi olduğu hayat dersinde öğrendikleri ve onu köyünden kovanları nasıl bin pişman ettiği tahmin edilebilir herhalde. ‘Devlet yolu’na yabancılaşmışlığı sürse de en azından yalnız ve çaresiz değil o kadar. ‘Asfaltlanmış’ olmasa da, engebeler içerse de kendisini keşfettiği, kendisini yeniden var ettiği bir yolu oldu zamanla, bir başka yolun yolcusu artık.

***

“Devletin yolu” üzerine söylenecekler bitmez elbette. “Hak adalet yolu” diye inananlar da “şikayetini git devlete et” diyenler de… Herkesin kendi meşrebince algılayıp anlamlandırdığı bu ‘yol’un birilerine hep kapalı, birilerine sonuna kadar açık olduğunu öğrenmek ise bir ‘mesai’ işi sonuçta. Kitaplarda da öğrenilebilir pek tabi ama öğrenmenin toplumsallaşması diye bir şey varsa, bu, hayatı deneyimlemekten geçer herhalde. ‘Devlet dersi’nden payına düşeni sorgulamaya başlayan insan, ‘devlet yolu’nun da herkesi aynı istikamete götürmediğini görür, anlar.

15 yıllık hak arama mücadelesi içinde kaybettiğimiz iki madenci kardeşimiz, iki işçi önderi, Bağımsız Maden-İş Genel Başkanı Tahir Çetin ve sendika üyesi Ali Faik İlter de bu gerçeği görenlerdendi.

***

Cumhurbaşkanının 13 uçak, iki helikopterli filosu tartışılıyorken, zar zor temin edilmiş ucuz bir arabayla yol alırken ölüme yakalandılar. Mağdur işçilerle Ankara’ya, ‘devlet’e gitmek istemişlerdi. Defalarca denemişlerdi, yine denediler. Beş gün sürdü yolculuk, olmadı, ‘devlet yolu’ yine kapalıydı işçiye. İçlerinden sadece 5 kişiye izin verildi, onlara da “Bana ne? Bana mı çalıştınız?” yanıtı verildi iktidar partisi temsilcisince.

“Bize 3 defa ‘yol buluyoruz’ dediniz. Kanundan başka nasıl yol olur? Biz kanun istedik. Çevik kuvvet, asker, jandarma hepsi karşımızda. Neden? Bu nasıl bir adaletsizlik? Yeter artık.” diye feryat ediyordu Tahir Çetin, görüşme sonrası.

Evet, devletin ‘çözüm yolu’ kapalıydı.

Yola çıktıklarında taşıdıkları pankartta şunlar yazıyordu:

“iki gözüm, iki ayağım, kopan kolum, çürüyen ciğerim, çalınan ömrüm, ortada kalan yetimim, alın terimin HAKKINI İSTİYORUZ!”

‘Devlet yolu’ndan dönüşte, iki çalınan ömür daha ekleniyordu madencinin kara kaplı defterine…

Neler yazmıyordu ki o defterde.

Yerin yedi kat dibinde maden tozu soluyan ciğerler ve grizunun insafına terkedilmiş hayatlar…

***

Soma işte, 7 yıl geçti üzerinden daha. 21’inci asrın (şimdilik) en büyük madenci katliamı…  Ölüm ocağının zifiri karanlığına gömülen kardeşlerimiz…

“Kader” ya da “fıtrat” denilen “kârın maksimizasyonu” düsturuyla babasını bile tanımaz sermayenin, siyasal iktidarla birlikte işçiye reva gördüğü cinayet piyasası… Özelleştirmelerden taşerona uzayan bir başka suç ekonomisi…

Dönemin ilgili Bakanı hem de bir sendika kongresinde “18 saat çalışılabilir” derken de, 301 işçiye mezar olmuş ölüm ocağını “örnek işletme” ilan ederken de bu suç ekonomisinin içinden konuşuyordu… Yine, “Kömürün ton maliyetini 130-140 dolardan 23.8 dolara indirdik” sözleriyle ‘özel sektör’ adına övünen utanmaz holding patronu da işçi kırımının zeminini önceden haber veriyordu ve kara deftere adını yazdırıyordu. Ölüm ekonomisi bundan daha iyi özetlenebilir miydi? Yüzde 85 düzeyinde indirilen kömürün maliyetiyle birlikte işçi hayatları da ucuzlatılmıştı. Yine hatırlayalım; 800 madencinin hayatını kurtarabilecek ‘20 yaşam odası’nın maliyeti, Soma Holding’e ait haşmetli ‘kule’de dört daire fiyatını bile bulmuyordu. Bunların üzerine, “sendikacılarımız işletme yetkilileriyle okey oynamaktan başka bir şey yapmıyorlar” diyen Somalı bir işçinin sözlerini de ekleyin, Soma katliamının ekonomi-politiği çıkıyordu ortaya.

***

43’ündeki Tahir ve daha 26’sında Ali Faik de bu ekonomi-politik çarkın kurbanı oldular tam da. Trafik kazası falan değil, düpedüz cinayetti. Onları o yola düşmeye mecbur bırakan düzendi asıl sorumlu.

Bir başka yolun yolcusuydular onlar ama.

Bütün uğursuz, karanlık yolları eninde sonunda düzleyecek sınıf mücadelesinin…

Başlıktaki Edip Cansever dizesi sınıf mücadelesinin bu iki sıra neferi içindir de:

‘Ölü mü denir şimdi onlara’?

Kaynak: Evrensel