Şiirlerden bir çelenk – Enver Topaloğlu

Uyar Madencilik’ten on beş yıldır tazminatlarını alamadıkları için Ankara’ya yürüyüşe geçen ve şehre alınmayan madencilerin beş gün boyunca sürdürdüğü mücadeleye öncülük eden Bağımsız Maden İş Sendikası Genel Başkanı Tahir Çetin ve madenci arkadaşı Ali Faik İnter, eylemden sonra dönüş yolunda trafikte geçirdikleri elim bir kaza sonucu vefat etti. 

İşçi önderi Tahir Çetin ve madenci arkadaşlarının mücadelesi, madencilerin hakları için başlattıkları bir başka Ankara yürüyüşünü akla getirdi.

Tarih 4 Ocak 1990’i gösterirken Zonguldaklı madenciler, ülkenin ve tarihin en geniş çaplı Ankara yürüyüşünü başlattı. Dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ve ANAP hükümetinin kararıyla başlatılan maden ocaklarının özelleştirilmesi ve kapatılması uygulamasına karşı madenciler, “Gemileri yaktık geri dönüş yok”, “Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı” sloganıyla yola çıktılar. İşçilerin beş gün süren yürüyüşü, Gerede’ye vardıklarında taleplerin karşılanacağı vaat edilerek sona erdirildi. Ankara yürüyüşüyle madencilerin kazmalarını bu defa Özal iktidarına vurdukları kısa sürede anlaşılacaktı.

Madencilerin tarihi, işçi mücadeleleri tarihinin de önemli bir parçasını oluşturur. Sanat ve edebiyat da madencilerin mücadelesine ilgisiz kalmamıştır. Emile Zola’nın “Germinal” adlı romanı madencileri, onların yaşama, çalışma koşullarını ve mücadelelerini anlatan edebi bir başyapıt olarak yerini ve önemini bugün de korumaktadır.

Yavuz Özkan’ın yönettiği ve Hale Soygazi, Meral Orhonsay, Tarık Akan, Cüneyt Arkın’ın birlikte başrolünde oynadığı 1978 tarihli “Maden” filmi de bu alanda Türkiye’de bir ilk olmuştur.

Şiirden her şey oluyor. Acıdan patladığında ağıt, gözyaşlarını temsil eden çelenk, yas siyahının üstüne dökülen karanfil, karanfiller… Ve öfkenin… Ve kederin dili, sözcükleri, biçimi, biçimsizliği.. Sessizliğin sesi…

Haklarını ve emeklerinin karşılığını almak için mücadele eden, bu yolda yaşamlarını yitiren madenciler için, Bağımsız Maden İş Sendikası Genel Başkanı Tahir Çetin ve Ali Faik İnter için yazımızda, modern Türkçe şiirin birikiminden bir çelenk yapmak istiyoruz.

Madencilerle ilgili şiirlerde sömürüye, haksızlığa, emek ve hak gasplarına madencilerin çileli yaşamlarına değiniliyor genellikle. Bununla birlikte kömürün, maden ocaklarının işletildiği şehirlerdeki yaşam açısından da nasıl bir kâbus, ne bela bir şey olduğu dile getiriliyor.

Şiirlerin bir bölümünde maden, madenci, kömür ve benzeri ibarelerin Zonguldak’la özdeşleştirildiği dikkati çekiyor. Öte yandan, şiirlerde kömür ve kömür diyarı üzerine geliştirilen resmi ve tarihsel anlatının “minesinin çatlatıldığı”, “aynasının ters çevrildiği”, en azından buna niyetlenildiğini de belirtelim. Şairler betimlediği Zonguldak “elmas” (kara elmas) şehri değil, insan ve yaşamın öğütüldüğü bir değirmen, adeta bir can pazarı olarak dikkati çekiyor. Şiirlerin anlattığı Zonguldak, (aslında maden işetmesi olan her yer) insanların yoksulluk ve yoksunluğun çaresizliği içinde ölümün her an gerçekleşebileceği maden kuyularına inmek için sıraya girdiği, vardiyalarda yer aldığı bir şehirdir. Günümüzde durum Zonguldak için belki öyle olmayabilir. Ama günümüzde nerdeyse ülkenin tamamının “bir zamanların Zonguldak’ı gibi” olduğu da bir gerçek. Ormanlar sökülüyor, dereler kurutuluyor; kömür tozu değil, belki ama onu aratmayacak kadar etkili zehir karışıyor birçok şehrin havasına, suyuna açılan maden ocakları, kurulan barajlar, dikilen rüzgâr gülleri ve yok edilen doğa nedeniyle…

Modern Türkçe şiirden oluşturmak istediğimiz “madenciler için çelenk”in ilk şiiri Orhan Veli’den:

 Balkaya’dan Kapuz’a kadar,

Karış karış biliriz biz bu şehri;

Eki’nin çiçekli bahçeleri

Rıhtıma kömür taşıyan vagonlariyle;

Paydos saatlerinde yollara dökülen

Soluk benizli insanlariyle.

…………..

“Siyah akar Zonguldağın deresi;

Yüz karası değil, kömür karası;

Böyle kazanılır ekmek parası.”

Zonguldak’ta, 1965’te ücretlerin dağıtımında yaşanan adaletsizlik, eşitsizlik ve haksızlık üzerine işçilerin başlattığı direniş sırasında maden işçileri Satılmış Tepe ve Mehmet Çavdar jandarma kurşunuyla katledilir. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Zonguldak Ağıdı” adlı şiiri bunun üzerine yazılmıştır, okuyalım:

Bir kömür, bir uzak, bir kara, bir derin,
Ellerin, yer altında yitmiş kocaman ellerin.
Yıllarca çalışırsın, gündeliğin on lira,
Açsın, susar kuyular bağıra bağıra
Ko yamyassı ayakların balçık toprağa girsin,
Kim yürürse öldürürler bilirsin.
Zonguldak ölü iki gecede gecede diri bir,
Zonguldak bir Türkiye, bir aç Türkiye değil midir?
Tanrı yeryüzünündür, bir pay düşmez sana,
Sen yer altındasın, Tanrısızsın, anlasana.

Göçük ve grizu patlaması madenciler için en büyük felaketlerden biridir. Son büyük felaketlerden biri 13 Mayıs 2014’te Manisa’nın Soma ilçesindeki maden ocağında yaşandı. Ocaktaki patlamada 301 işçi yaşamını yitirdi, 162 işçi yaralandı. Melih Cevdet Anday, “Yukarda” adlı şiirinde göçüğü ve maden kuyusunun derinliğini dile getirir:

Umutsuzluğun bir anlamı kalmadığı,
Kumlara gömülmüş ya da kayaya takılmış
Çapanın, gemisini bekleyen çapanın
Altında, toprak başlar ya, sonra da
Maden, az önce çökmüş madenin altında,
Lamba söndükten sonra yıkılmış tavanın
Ve duvarı tutan kalasın altında
Tek başınaydı işçi, karanlık
Yok etmiş gözlerini ama
Kendindeydi daha ufak bir güneş,
Dünyanın en ufak güneşi,
Çocukluk gibi, düşüncesiz kuşlar gibi,
Duydu demir aldığını geminin
Gürültülerle.

İlhan Berk’in şiirsel bakışını kömüre, maden ocağına, madencilerin üzerine çevirdiği “Bu Şiir Kömür Kokar” başlıklı yapıtında optiği geniş açıdan yakın plana doğru usulca kayar. Şiirde kurulan sahneye gerçekleri ve düşleriyle madenciler, iş alanları, çalışma koşulları, ortamları yerleştirilir:

Öyle insanlar gördüm ki
Ölüm peşlerine düşmeğe korkardı
Kılları uzamış hayvanların yanı sıra
Ya kuyulara iniyorlar
Ya kuyulardan çıkıyorlardı
Kazmaları kürekleri lambalarıyla
Ya insanlar gibi toprağın üstünde
Ya köstebekler gibi toprağın altındaydılar

Bir düdük sesinde bütün şehir ayaktaydı
Dağlara tepelere doğru bir ayaklanmadır başlıyordu
İkinci düdüğe kadar bütün şehirde tıs yoktu
Uyudum uyandım hep aynı seslerdi
Anladım insanlar bir vardiya giriyorlar
Bir vardiya çıkıyorlardı

Maden ocağına sağ girenin sağ çıkma ihtimali, ölü çıkma ihtimalinden daha düşüktür. Ocaklarda yaşanan can kayıplarıyla ilgili tarih de bu gereği sergiler. O nedenle maden ocağı aynı zamanda gözyaşı ocağıdır. Ceyhun Atuf Kansu “Çaylar Kuyusu” başlıklı şiirinde yaşanan can kayıpları ve acılar şiirin hafızasında kayda geçirilmiştir:

Yüzbeş işçi indi yeraltına bir postada
Kırksekizi kaldı yeraltında bir postada
İncir Harmanı bölümünde Çaylar Kuyusu
Ağır olur kara gözlü kömürlerin uykusu
Çeker kucağına Ereğli’den, Devrek’ten
Nice uykusuz garipleri bir anda uyutur
Çaylar Kuyusu derler bir derin kuyudur.

Maden işçilerinin maden ocaklarında yaşamlarını yitirmesinden duyduğu acıyı ağıt olarak dile getiren şairlerden biri de Mehmet Başaran olmuştur. Başaran’ın “Ağıtlara Yakın Durur Zonguldak” adlı şiirden bir bölüm:

Sabahın köründe açar
Kara ağızlarını ocaklar
Ekmeğimiz derinde
Burnumda canımın kokusu
Ciğerlerimde kömür tozu
Avuçlarım patlar akşamlara dek
Karanlığa kazma sallamaktan
Kendimden kopar biraz da
Madenden kopardığım her parça

Ahmed Arif “Vay Kurban” başlıklı uzun şiirinde halkın yoksulluğunu, çaresizliğini, çelişkilerini, çatışkılarını, “göz göre göre gelen ölümünü” dile getirir. Şiirin bir bölümünde maden işçilerinin nasıl umutsuz ve seçeneksiz kalarak ocaklara girdiklerine ve maden ocağındaki çalışma koşullarına dikkat çekilir:

 Bir hastan vardı umutsuz
Hasreti uykularda
Hasreti soğuk sularda
Gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri
İki mavi, kocaman korku çiçeği
Açar, derin kuyularda

 Dağlarının, dağlarının ardı korkunçtur
Hiç akıl edip de düşünen var mı
Gün kimin hesabına tutar akşamı
Rahmetinden kim demlenir bulutun
Hayırlı evlat makina nasıl canavar kesilir
Kurdun, karıncanın rızkını veren
Toprak nasıl ayartılır
Yüz vermez topal öküze
Ve almaz koynuna kara sabanı

Sepetçioğlu’m kömür işçisidir
Mavzer değil, kürek tutar Urfalı Nazif
Mal, haraç – mezattır
Can, pazar – pazar
Kırmızı, ak ve esmer
Yumuşak ve sert buğdaları
Yaratan ellerin sahibidir bu
Kör boğaz, nafaka uğruna
Haldan düşmüş, tebdil gezer

Hasan Hüseyin Korkmazgil, “Ay Oğul Ay Kemal’im” başlıklı şiirinde maden ocaklarındaki ağır çalışma koşullarına, sömürüye, hak gasplarına, emek düşmanlığına değinir. Sorunların çözümü için ironik bir dille Mustafa Kemal yardıma çağrılır:

abanmış üstüne kozlu’da çocukların
kömür müdür yürek midir ocaklardaki
ağıt mıdır figan mıdır bacalardaki
zonguldak zonguldak vurur yüreğim
zonguldar dertlerim günde beş öğün
katarlanır albayraklı cenazelerim
kimi ağlar ekmek ekmek, ne bilem
kimi ağlar okul okul, ne bilsin
ne bilsin grizuyu grevi sendikayı, kemal’ım
ne bilsin yoksul yetim?
sen hep samsun’a mı çıkarsın ay oğul ay kemal’ım
hele bir de kömürlere
çık hele bir
 

Madenci, maden, maden ocağı denildiğinde akla gelenlerden biri de işçilerin kaskları ve kaskların önünde bulunan lambaları, yani madenci lambası olur genellikle. Kaskların üstündeki tepe lambası derin kuyularda, karanlık tünellerde, galerilerde çalışmak ve ilerlemek için ihtiyaç duyulan ışığı sağlamak içindir. Ahmet Oktay’ın şiiri bir tür maden ocağı, şairi de madenci olarak gördüğü şiiri ünlüdür. Madenci ve çağrıştırdıkları söz konusu olduğunda Oktay’ın “Madenci Lambası” adlı bu ünlü şiiri de hatıra gelir:

Çalışma masamın üstünde günlerdir:
Eski bir madenci lâmbası. Yerdeydi
nerdeyse üç yıldır. Neden göz önüne
çıkardım bu tuhaf gereci? Bir simge mi
aranıyordum, bir göçüğün önsezisi mi
yeşermişti içimde? Zonguldaklı şair
Lütfi Fikri, -Fikri Lütfi miydi yoksa?-
armağan getirmişti.

(…)

Günlerdir dinliyorum, dokunuyorum
metalin soğuk gövdesine ve konuşsun diye
bekliyorum benimle
yoksulluğun kalbi.

Dileğimiz, yazıda adı geçen ve bir bölümü alıntılanan şiirlerin tamamının okunması, modern Türkçe şiirde işçilerin, madencilerin, hak ve özgürlük mücadelesi verenlerin anlatıldığı yapıtların daha da çoğalması, çeşitlenmesi…

Gazete Duvar