SOMA’DA İŞÇİ MECLİSİ’NDEN BAĞIMSIZ MADEN İŞÇİLERİ SENDİKASI’NA
Önce Turgut Uyar’ın dizeleri arasında dolaşalım biraz:
Farkediverdi birdenbire / –bu çiçek yarın açacak / –koskoca bir tarih olacak / (…) / adamlar –Hayri işçiler sözünü bilmiyor daha– / borular çıkardılar yukarı / (…) / Hayri ansızın bir yunusu hatırladı / kendi derisi içinde terleyen / kendi derisine dar gelen / (…) / gökyüzü dünya ve sokaklar / işte apaçıktı / (…) / hazırlandın diyelim bir yolculuğa / “bu, yalnızlığa da olabilir” diyor birisi / dayanıklı mısın bakalım / (…) /”çocuklardan kalma şeyler bunlar” / diyor matrağa düşkün biri / “nasıl olsa yenilir” / (…) / matrağa alışkınım aslında ama / ille kayayı delen incir, / suları aşan gemi!”
Ve şimdi Soma’ya uzanalım, madende çalışmaktan hastalanan iki bine yakın insanın yaşadığı, on binlerce insanın bankalara kredi borcu olduğu, krizin gölgesinde ufuktaki yeni işten çıkarmaların konuşulduğu Soma’ya… Katliamdan dört yıl sonra, geçtiğimiz haziranda kurulan Bağımsız Maden İşçileri Sendikası, termik santralin dumana boğduğu kente yeni bir soluk getirmeye çalışıyor. Sendikanın başkanı, maden işçisi Tahir Çetin’e bağlanıyoruz.
Maden işçiliğine nasıl başladınız? Daha önce ne iş yapıyordunuz?
Tahir Çetin: 2004’te başladım. Daha önce tütün yetiştiriyor, hayvancılık yapıyordum. Devlet tütüne kota koyunca, keçiler de gelir getirmeyince onları satıp madenciliğe başladım. Ondan bu yana da çalışıyorum. Başka sigortalı bir işte çalışmadım. Tüm ailem çiftçilikten geliyor. Yetişmem zaten oradan oldu. Ana, baba, atalarımız, hepsi Soma’ya komşu Kınık ilçesinin yerlisi. Çoğu madenci gibi Soma yakınlarında yaşıyorum. Göçmenliğimiz yok. Yıllardır kendi topraklarımızda geçinmeye çalışıyoruz. Şimdi dahi on tane hayvanım var, zeytinlikle, bağ bahçeyle de uğraşıyorum. Tütün, domates, pamuk gibi işler yapamıyorum, ama toprakla ufak tefek uğraşmaya devam ediyorum.
Eşiniz, çocuklarınız madenden ayrılmanı istiyor mu?
Yok, istemiyor. Tarımdan bir şey kazanılmadığı için aylık geliri olan işler daha iyi. Böylece günlük giderleri karşılıyoruz. Tarımdan kazandığınla alışveriş yapamıyorsun, evi geçindiremiyorsun.
Başka bir yere göç etmeyi düşündünüz mü?
Ben dahil bu yörenin insanları 13 Mayıs 2014’ten sonra politik bir hal aldık. Öncesinde toplum üzerine pek bir düşüncemiz yoktu. Geleneksel olarak dışarıya kapalıydık. Kızı kendimizden alıyor, kendimize veriyoruz. Kınık ve Savaştepe’de maden işçiliği yapan, Alevi inancına sahip, diğerlerine mesafeli duran Türkmenlerden, Çepni halkındanız. Bu yüzden dışarıdan kız alınmıyordu. Herhangi bir bağlantı yoktu. İşadamı, büyük iş sahibi yoktu. Kendi yağımızla kavrulup gidiyorduk. Yaşamımızı böyle sürdürdüğümüz için İzmir’i, İstanbul’u ya da diğer illeri düşünmezdik. Ancak tarımın kötüleşmesiyle, ekonomik krizle beraber belki buradaki insanlar da gurbetçiliğin ne olduğunu tatmaya başlayacak.
Çepni olmanızdan mı kaynaklı bu dedikleriniz?
Evet. Örf, adet, gelenek. Bizim kendimize göre söylemlerimiz var. “Eline, diline, beline sahip ol” mesela. “Beline sahip ol”, dışarıdaki insana ne kapını aç ne de onun kapısından içeri gir anlamına geliyor. Ne o bizim içimizi biliyor ne biz onu biliyoruz. Ama bunlar tartışılması gereken şeyler. Soma katliamından sonra Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bir toplantıda bunları tartıştık. İnsanların genetik farklılaşması için önünün açılması lâzım. Nasıl diyeyim size, hep aynı kitabı okumak gibi, hep aynı kanla yoğruldukça, aynı aile, aynı kültür içinde kaldıkça yenilikçi bir düşünce gelişmiyor. Dışarıyla iletişime geçilmesi lâzım. Biz artık bunu içerideki tartışmalarımızda da söylüyoruz.
İlk ne zaman sendikalı oldunuz?
Maden işçiliğine başladığımda işyerinde Türk-İş’e bağlı Maden-İş vardı. Ama sendikal faaliyet diye anlatılanlar, duyduklarımız bizde uygulanmıyordu. Bize “bir yevmiye fazla ücret almak isteyenler sendikaya üye olsun” dediler. O zamana kadar sendika nedir bilmezdik. O maaşı almak için üye olduk.
Memnun muydunuz?
13 Mayıs öncesi bir toplu sözleşme gerçekleştirildi. Yeraltında mühendis bir ağabeyimiz vardı, onunla tartışıyorduk, “toplu sözleşme nedir, nasıl yapılır, ne işe yarar” diye. Ben de kendi çapımda araştırıyordum. O da bana “Türkiye’de sadece bir sendika yok, istersen başka sendikaya geçebilirsin” dedi. “Nasıl olur?” diye sordum. Anlattı. Bunları öğrendikten hemen sonra katliam gerçekleşti. Sendikanın, Türk Maden-İş’in işveren ve devlet tarafından yönlendirildiği bir tabloyu açıkça gördük. Biz de bu yüzden “301 kişinin katili mevcut sendikadır, herkes istifa etmelidir” dedik.
Karşılık buldu mu bu talebiniz?
Sadece kendini düşünen bazı arkadaşlarımız gitti, yaşananların sıcaklığında Türk-İş’in kapısını kırdı, camlarını taşladı. Ancak sonra parayı görünce Türk-İş’te yöneticiliğe aday dahi oldular. Biz de arkadaşlarımıza “farklı sendika var” dedik. Türk-İş’ten hemen kurtulmamız gerektiğini görünce DİSK’in örgütlenmesine giriştik. Bu süreçte DİSK’i söylemleri üzerinden takip ediyorduk. Fakat tüm anlatılanlara karşılık ortada hiçbir uygulama yoktu.
Türk-İş ile DİSK’i kıyaslarsanız ne tür benzerlikler, farklılıklar var?
Türk-İş’te olumlu namına bahsedilebilecek tek bir şey yok. Türk Maden-İş tamamen işveren, devlet tarafında duruyor. DİSK’in tarihiyle şu anki yapısı bir değil. Dev Maden-Sen bürokratik bir yapıya sahip. Onlar da yöneticilerinin çıkarlarına göre hareket ediyor. Türk-İş’te işçilerin kendi kendini yönettiği bir düzen var mı? Yok. DİSK de bu vaziyeti aldı. Dört yıl önce, Dev Maden-Sen’in kongresine katılmak istedik, kapıda bekletip bizi kongre salonuna almamaya çalıştılar. Baktık, madencilikle alâkası kalmamış 60-70 yaşındaki insanlar oy kullanıyor. Biz de “sadece 150 üyeyle yıllardır devam ediyordunuz, buna devam edin” diye çıkıştık. (Çalışma Bakanlığı 2018 istatistiğine göre, Dev Maden-Sen’in 229, Türk Maden-İş’in 26 bin 229 üyesi bulunuyor) Sonra sözün işçilerde olacağı, onların yetki alacağı, karar vereceği bir yönetim tarzıyla, gücümüzü deneme düşüncesiyle Ankara’daki kongreden çıktık, Soma’ya geldik, arkadaşlarla birlikte Bağımsız Maden-İş’i kurmaya karar verdik.
Sendika kurmaya, oluşturduğunuz madenci meclisinde mi karar verdiniz? Meclisin yapısı nasıldı?
Soma’da 15-20 kişiden oluşan bir meclisimiz vardı. İşverenle bu meclis üzerinden çalışma şartlarının düzeltilmesi için mücadeleye girdik. Çıkış alan arkadaşlarımız oldu. Benim de çalıştığım İmbat Madencilik’te 68 gün süren bir direniş gerçekleşti. Arkadaşlarımızı hakları konusunda bilgilendirip bunlara sahip çıkmaları konusunda uyarıyorduk. Burada gerçek bir sendika olmamasının büyük eksikliğini duyduk. Bu yüzden sendika kurma kararı aldık.
Bu kararı kaç kişi aldınız?
O zaman yirmi kişilik bir gruptuk. Her arkadaşa bulunduğu çalışma alanında kendi komitelerini kurmasını önerdik, örgütlenme çalışmasını böyle yapacağımızı söyledik. Meclisi güçlendirmeye çalıştık. Tabii katliam sonrasında çok şey yaşandı. Bütün sol buraya geldi. Ancak çoğu anlattı, sonra çekip gitti. Sonra bize “Soma’da neden AKP’ye çok oy çıktı, CHP’ye az çıktı” diye saldırdılar. Bize böylesine söylemlerle mahvedercesine saldırdılar. Ben bir süre birçok sol grubun içinde yer aldım. Hep “Arkadaşlar, Soma’da niye AKP’ye oy çıkıyor?” diye soruyorlardı. Sen Soma’da AKP’ye oy çıkmaması için arkadaşlarımızın elinden ne kadar tutabildin? Sadece para yardımında bulunmakla insanlar politikleştirilmiyor, yol yordam öğrenmiyor. İnsanlarla kahvede, sokakta, yemekte, bir arada inşa edilen bir örgütlenme yaşanmadı. Geldiler, 10 kuruş yardımda bulundular, mezarlıkları ziyaret ettiler, sonra çekip gittiler. Böyle bir düzenle örgütlenme olur mu? Geçen gün birisi gelmiş, “Siz birilerinin yöneltmesiyle Bağımsız Maden-İş’i kurmuşsunuz” diyor. O zaman sen bana bir yol, amaç göster. Ben DİSK’in kongresinde dayak yedim. Sen neredeydin? Dev Maden-Sen’de oyunlar oynanırken hesap sordun mu? Bunlar bana çok ayıp geliyor. Kendi çıkar ve menfaatleri dışında bir şey düşünmüyorlar. Açmışlar kendilerine göre bir pencere, sadece o pencereden bakıyorlar. Hayatın ne olduğunu bilmiyorlar, görmüyorlar. Gerçek sorunların üstüne gitmiyorlar. Bize “buradan niye AKP’ye oy çıkıyor, CHP’ye çıkmıyor” diye soruyorlar. Bağımsız Maden-İş’te örgütlendikten sonra boş bırakırsak biz de aynı vaziyeti alabiliriz. Ama bugün halkın kendi kendini yönettiği, kendi kendine karar aldığı bir yönetim sistemi kurulursa, bizi de denetleyen bir mekanizma kurulursa, işte o zaman Bağımsız Maden-İş tamamen halka hizmet eder. Ama sen “Bana ne!’’ der, “o kuruluş bunu yapmış, bu şunu yapmış” gibi ifadelerle hep karşı tavır alırsan, bugünkü tökezlemiş hal devam eder. Yaşanan vahim durum daha da derinleşir.
Bu tür tartışmalar aranızda da yaşandı mı? İlk kurulduğunda madenci meclisine katılanlarla sendikayı kuranlar aynı insanlar mı?
Türk Maden-İş’ten bir arkadaşımız aramıza katıldı, ama içimizden arkadaşlar da “Kimse bize sahip çıkmıyor” düşüncesiyle ayrıldı. Bizim arkamızda DİSK, Türk-İş, Hak-İş gibi büyük yapılar veya herhangi bir devlet kurumu ya da örgüt yok. Genel merkezin tamamen Soma’da yer aldığı, yönetiminin Soma işçilerinden oluştuğu bir sistemle hareket ediyoruz. Bizim gibi düşünen arkadaşlarla yol yürümeye hazırız. Şimdi maalesef, 4 bin liraya yakın ücret aldıkları, başka işyerleri açılmadığı için arkadaşlarımızın buradan hareket etme imkânları yok. Diyorlar ki, “ben buradan çıkış alırsam, hayatıma sahip çıkma gücüm yok”. Herhangi bir arkadaşımız işten atıldığında “Bağımsız Maden-İş sendikası işçiye sahip çıkıyor” dedirtebilmemiz önemli. Bizim gücümüz ise kendi ücretimize dayanıyor, başka maddi imkânımız yok. Bu yüzden şimdilik sadece 20 üyemiz var.
Sendikaya üye kazandırmak için ne gibi planlarınız var?
Şu an yapılan toplu sözleşmeyle sadece yüzde 0.3 zam aldılar. Şimdi hayatlarını devam ettirebilmek için ihtiyaç duydukları her şeye zam yapıldığını görmeye başladılar. Gitgide eridiklerini anlıyorlar. “Abi nasıl olacak? Nasıl yapılması lâzım? Ne yaparız?” diye soruyorlar. Tüm işçiler ufak bir rüzgârda sapır sapır dökülecek. Şu an benim çalıştığım madende 1500 işçi var. Hepimiz bankalara borçluyuz, kira ödüyoruz. Ya da ev, araba, ihtiyaç kredisi kullanmışız. Nereden baksan 50’şer bin borcu var işçilerin.
Bir taraftan kıpırdayamıyorlar, diğer taraftan da ne yapacaklarını bilmiyorlar mı diyorsunuz?
Şimdi bir nevi dengede, bıçak sırtında gidiyorlar. “Sesimizi daha çok çıkarmanın faydası olmaz” diye düşünüyorlar. “Şu an dengeleri korumak lâzım” diyorlar. Tabii işveren, devlet bunu ne kadar sürdürebilecek, bunun bilincinde değil kimse. Zararları kim karşılayacak, bunun bilincinde değil. Sadece ufak tefek iyileştirmelerle arabayı itekliyorlar. Hayatın gerçekliğini görmüyorlar.
Sendikanın gönüllü örgütlenme uzmanları var mı? Onlarla ilişkinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Başaran Aksu ve Kâmil Kartal var. Onların da, bizim de söylediğimiz şey, sendikayı örgütlememiz, büyütmemiz gerektiği. Onların bize bilgi, deneyim aktarımı oluyor. İkisi de örgütlenme tarihi ve sendikacılık konusunda bilgi ve deneyim sahibi. Başaran Aksu, Umut-Sen örgütlenme koordinatörü. Kâmil abi, Enerji-Sen eski başkanı, 12 Eylül öncesi Yeraltı Maden-İş’te de görev almış, deneyimli, eski bir sendikacı. Bu ay Kâmil abiden sendikal örgütlenme üzerine eğitim almaya başlayacağız. Strateji ve taktikleri öğreneceğiz.
Soma katliamından sonra işçilere iki asgari ücret, haftada iki gün izin gibi haklar verildi. Bunlar AKP’ye daha sempatiyle bakılmasını sağladı mı?
“CHP ve diğerlerini görüyorsunuz, kime güveneceğiz, kime vereceğiz, fark var mı?” diyorlar. Ama Türk Maden-İş’te şimdi işçilerin temsilcisi olsun, yönetici olsun, doğrudan küfürle karşılanıyor. Hiç çekinme falan kalmadı artık. “Siz busunuz” diye suratlarına ifade ediyorlar. Ama muhalefetin de muhalefet yapmadığını belirtiyorlar.
Sendika üyesi metal işçileri arasında yapılan bir araştırmaya göre, işçilerin çoğunluğu sendikanın siyasete karışmasına karşı. Somalı maden işçileri bu konuda ne düşünüyor? Mesela Yırca’da köylülerin termik santral yapılmasına karşı mücadelesine işçiler dahil olmalı mı?
Soma’da bir termik santral yüzünden bazı günler camı bile açamıyorsun. İkinci termik santral iyi ki yapılmamış. Soma’nın üstüne bazen öyle kül yağıyor ki, böyle bir şey olamaz. Bizim haklarımızın dile getirilmesi lâzım. İnsanlar sokağa çıktığında, “kimsenin bir camı bile kırmaması lâzım” diye düşünüyorlar. Eylemlere karşı değiller, “birileri bir şeyler yapsın” diyorlar. “Birileri bir şeyleri başlatsın, başta girmem, bir bakayım olacak mı?” diye düşünüyorlar. Ama bir şeyler de değişsin istiyorlar. Aynen bizim sendika gibi. Baktılar bizim sendika oluyor, ileride bize kongrede “Siz yapamıyorsunuz, biz yapacağız” diye muhalefet eden arkadaşlarımız çıkacak. Bu da çok iyi bir şey.
Soma’da çalışan işçilerde ne gibi sağlık sorunları var? Şirket bunlara karşı ne yapıyor?
Madende çalıştıkça ciğerlerde solunumdan kaynaklı taş birikiyor. Kulak duymazlığı, göz görmezliği gibi sorunlar ortaya çıkıyor. Parmak, uzuv kopması çok zaten, bunları saymıyorum bile. Akciğerde biriken taş solunumu güçleştiriyor. Şirket, sağlık kontrollerinde, durumu ağırlaşan arkadaşlara “maden sektöründe, ağır işlerde çalışamaz” diye rapor verip kapıyı gösteriyor. Ciğerimiz madende çalışmaktan böyle olmadı mı? Şirket tedavi için her şeyi yapmakla mükellef olmalı aslında. Akciğer sorunu bende de var, kollarımda uyuşma gibi rahatsızlıklarım başladı. Ocakta sürekli kullandığımız titreşimle taş kıran aletlerden dolayı sinir sıkışmaları oluştu. Bu yüzden yılbaşına kadar çalışıp emekliğimi istemeyi, sonra hayvancılıkla daha fazla haşır neşir olmayı düşünüyorum. Soma’da iki bine yakın insanda akciğer rahatsızlığı, kulak duymazlığı, göz görmezliği gibi sorunlar var. Kolu sakat da çok. Ben 15 sene maden sektörüne hizmet etmişim. Verdikleri emekli maaşı 1400 lirayı geçmiyor. Bugün polislerle, jandarmalarla aynı ağır işkolundayız. Ama bizi özel sektöre terk ettikleri için bu kadar alıyoruz.
Soma’da Türkiye Kömür İşletmeleri’nin ocağında çalışan işçilerle özel sektörde çalışanlar arasında ne gibi farklar var?
Dağlar kadar fark var. Onlar açık ocakta çalışmasına karşın maaşları bizden yüksek. Üç ayda bir ikramiyeleri var. Tatil hakları, sosyal hakları yüksek… Bugün onlar emekli olduğunda 2-3 bin emekli maaşı alırken, biz 1400 alıyoruz. Onlar bir de madene girmiyor, açık ocak.
Üyelerinizden aidat alıyor musunuz?
Toplu sözleşme yaptığımızda alacağız. Şu an Türk Maden-İş her ay bir günlük yevmiyenin yüzde 80’ini alıyor, biz yüzde 50’sini alacağız. Bunları kendi aramızda tartışıyoruz. Türk-İş’teki gibi kesilen aidatı sendikaya lüks araba almak için falan kullanmayacağız. İşçilerin belirlediği şekilde işçiler için harcayacağız, mesela çocuklarının okul masrafları için veya ev ihtiyacı için. Buna da kendilerinin yönettiği bir sistemde hep beraber karar verecekler.
Türkiye’nin ekonomisi kötüye gidiyor, cumhurbaşkanı “Onların doları varsa bizim Allah’ımız var” diyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Mazotun kaç lira olduğunu gördük. 150 liraya aldığımız 15 kiloluk yağ tenekesi 170 lira oldu. Almanya’dan, Katar’dan, Rusya’dan, diğer ülkelerden yardım alıyorlar. Bunlara ne vaat ediliyor da alınıyor? Açıklanmıyor. “Yanımızdalar” deniyor. ABD de senin yanındaydı. Ne oldu sonunda? Borcumuz daha da çoğaldı. Türkiye’nin parça parça satılması başlayacak. Bugün Soma’da hepimizin almış olduğu ev, araba bize mi ait, bankaya mı ait? Bunların hepsi banka kredisiyle alındı. Hepimiz köleleştirilmiş, yoksullaştırılmış haldeyiz. Dinci, imancı insanlar haline şükretmekle işlerin düzeleceğini düşünüyor. Defalarca arkadaşlarıma da söyledim: Bizim işyerinde, ocağın ağzına girerken, tabelada “Temenni etmekle kazalar önlenmez” yazıyor. Yani Allah’a dua ederek kazalar önlenmez diyor. Yani bilincinde ol, tedbirini al! O zaman daha sağlam olursun.
Söyleşi: Halil Burak Öz
Kaynak: 1+1 Forum