2. Olağan Genel Kurulu Faaliyet Raporu

İşçi Sınıfının İçinde Bulunduğu Sürece Dair Giriş;

Son yarım asırdır sistemli bir biçimde emeğin denetimi, rejimi adeta kesintisiz bir tarzla tümüyle dönüştürüldü.  2001 krizi ve iktidar, egemen sınıflara emeğin siyasal ve sosyal politikalar yoluyla da denetim altına alınması imkânını sundu. Emekçi sınıflar milli, dini duygularla, cemaatlerle, suç örgütleriyle, ağlarla sarılmaya ve birbirinden ayrıştırılmaya çalışılmıştır. Sermaye devleti adeta kendi güçlenmesini, korunmasını emekçilerin bu ağlara mahkûm edilmesi sayesinde sağladı. Bu dönüşüm süreci içerisinde, sermayenin çıkarları korunması amacı ile hem işveren örgütleri hem de işçi sendikaları yeniden yapılandırıldı. İşçi sendikalarının dönüştürülmesi süreci doğrudan devletin derin ve formel nizamının şiddet, tehdit, baskı ve satın alma mekanizmaları kullanılarak gerçekleştirildi. İş Kanunu’nun neo-liberal otoritelerin güncel dayatmaları doğrultusunda kesintisiz değişimini, Sendikalar Kanunu’nun aynı tarzla dönüşümü izledi. Devlet, e-devlet yapısı üzerinden sendikalaşma hareketini saniyesi saniyesine izleme olanağına kavuşturulurken, sendikaların anti-demokratik yapısı korunarak egemen sınıf yapılaşmalarının işçi sendikalarına çöreklenerek kalmaları garanti altına alındı. Grev fonları küçülürken sendika baronlarının işçi aidatlarını yağması adeta teşvik edildi, edilmektedir. Sarı sendikalar ve sarı sendika olmadığını iddia eden sarı sendikalar sayesinde bu devlet-sermaye zincirinin parçası kılındı. Mali olarak güçlü sendikaların, mücadeleci sendikal pratikleri patronaj altına alması, bu pratik için mücadele edenlerin, işçi sınıfının ideolojik politik ilkesizleşme, siyasetsizleşme, alternatif düzen perspektifinden oldukça hazin manzaralar oluşturacak bir biçimde kopması sürecinin de bir sonucu olarak gündeme geldi. Bağımsız Maden İşçileri Sendikası olarak, madencilerin sınıf mücadelesine aktüel tüm sorunlarına, gelişmelerine odaklanan, madencilerin her türden örgütlenme, direnme girişimini kolaylaştıran, oradan öğrenmek üzere adanan, yüksek siyaset tüccarlarının iki lokma bir hırkacılığı küçümsemelerine aldanmadan yoksunluklar içinde yaşayarak sadece mücadelenin yarattığı dayanışmaya tutunmaya devam eden, öncü konumlanışın övgüler alan konforundan feragat edişi, geri çekilmenin erdemli politik tutumuyla birleştirmeyi bilerek emekçilerin doğrudan temsiliyetini garantileyen, egemen sınıfların devletinin karşısına bu temsiliyeti öne çıkaran bir siyasal toplumsal güç inşa etme haricinde bir gayemiz bulunmamaktadır.

Patronlar, sarı sendikalar, çeteler, krizler, borçlar, baskılar ile çevrelenmiş ve bir cendere içine alınmış olan maden işçilerinin bu cendereyi yarması amacı ile Bağımsız Maden İşçileri Sendikası maden işçisinin öz gücü ile kurulmuş ve faaliyetine devam etmektedir.

MADEN SEKTÖRÜNDEKİ TALAN VE SÖMÜRÜ ÜZERİNE;

 Maden ve enerji, ekonominin temel girdisi ve temel toplumsal bir ihtiyaç olduğu için vazgeçilmezdir; keyfe bağlı olarak değil zorunlu olarak tüketilmektedir. Bütün bir toplumun zorunlu alıcı olduğu bu alan ekonomik kriz koşullarında sermaye açısından bir can simididir ve sermaye içi çelişkilerin ve yolsuzlukların da zirveye çıktığı bir alan haline gelmektedir. Bu özellikleriyle birlikte, yıllık milyar dolarları aşan bir hacmi olan ve bunun 800 milyar doları Türkiye’nin ortasında bulunduğu havzada dönen enerji elbette iştahları kabartmaktadır. Bu anlamda Türkiye’nin en büyük şirketlerinin enerji sektöründe olması tesadüf değildir.

Günümüzde SANKO gibi eski tekstilcilerden mühendislik şirketlerine, çokuluslu şirketlerinden Koç, Sabancı, Özyeğin, Eczacıbaşı, Ciner Grubu, Kolin, Çukurova Grubu gibi devlere geniş bir kesim yatırımlarda önceliği maden ve enerji alanına vermektedir. Türkiye sermayesinin yurtdışı yatırımlarında ilk sırayı enerji aldığı gibi, yabancı sermayenin Türkiye’ye en çok yatırım yaptığı alan da maden ve enerjidir. EPDK yetkilileri 2020’ye kadar enerji alanında 130 milyar dolarlık yatırım yapılacağından söz etmektedir. Bu büyük pastaya yönelik olarak farklı sermaye gruplarının ilgisi de büyüktür. Zorlu, Çalık, KOLİN, AKSA gibi iktidara yakınlığı ile bilinen grupların hızlı yükselişi aynı zamanda diğer sermaye grupları ile bir rekabeti de ifade etmektedir.

Uluslararası sermaye ile Türkiye hükümetinin anlaşmasına göre, doğal olarak kömüre dayalı enerji üretimi planlanan bu yerlerde maden sahalarının ve üretim ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi amaçlanıyor. Soma’da şu an yaşanan budur. Burada kömür üretiminin 100 yıla dayanan bir geçmişi vardır, fakat son on yılda büyük bir üretim kapasitesine tanık oluyoruz. Bugün Soma’da 2 ünitesi olan bir termik santral var ama yanına dört termik santral daha eklenmek isteniyor. Planlarda şimdilik görülen bu, belki 6-7 tane daha yapılacak. Bu çerçevede bakıldığında yeni maden sahalarının açılması zorunludur. Nitekim bunlar yapılmaktadır ve son bir yılda acele kamulaştırma ve doğrudan köylülerin topraklarını satın alma yöntemiyle değerinin çok altında bu topraklara el koyulmuştur. Bu uygulamalar devam etmektedir. Devlet ya kamulaştırdıktan sonra bu alanları şirketlere devrediyor ya da şirketler işe alma vaadi ile köylülerin topraklarını satın almaktadır.

Özelleştirme, işçilerin açlıkla terbiyesi, verimli tarım arazilerinin ranta kurban gitmesi bu politikaların hiçbirini şu an Türkiye’nin toplumsal dinamikleri tersine çevirme gücüne sahip değil. Farklı bölgelerdeki mücadelelerin hepsi anlamlıdır, önemlidir fakat Yatağan’dan da öğrendiğimiz gibi ne kadar çok mücadele edersek edelim gerçek anlamda toplumsal muhalefet dinamikleri iktidarı sarsacak birlikte bir karşı çıkış örgütleyemedikçe, siyasi iktidar kendini ayakta tutacak tüm ekonomi politikalarını uygulayacaktır. Özelleştirme uygulamaları bu iktidar için stratejik bir önemi haizdir. İnşaat sektörü bu iktidar için stratejik önemi haizdir. Hükümet bunlardan geri adım atarsa iktidarda kalamayacağını biliyor. İçinde olduğumuz kriz koşullarında bu iki kendilerince stratejik önemdeki politikayı sürdürebilmelerinin koşulları giderek ortadan kalkıyor. Bunların önüne ancak ve ancak toplumsal güçlü bir muhalefet hareketi çıkabilir ve krizle ortaya çıkacak tepki bu noktada işlevsel olabilir. Unutmamak gerekir ki bugün özelleştirmenin ve maden sahalarının devrinin engellemesi demek AKP’nin iktidardan düşmesi demektir.

Anadolu’nun yeni proleter emekçi halk gerçekliği, bu gerçekliğin içinde mayalanan huzursuzluklar, çelişkiler ve çatışmaların sınıfsal politik ve örgütsel arayışlar barındırdığı, egemenlerin bu kesimler üzerinden kolayca rıza devşirdiği siyasal, kültürel mekanizmaların, ilişkilerin aşındığı ve kitleleri düzene gönüllü olarak boyun eğdirmek konusunda eskisi kadar maharetli olamadığını gösteren olgular hepimiz için aşikâr. AKP ve güç ağları (tarikat, mafya, müttefik siyasi partiler ve bağlı oluşumlar, sendikalar, STK’lar, medya, belediyeler, odalar), tam da bu proleter kesimlerin kırlardan şehirlere, sanayi enerji havzalarına, hizmet ve turizm sektörlerine, tarım işletmelerine ucuz iş gücü olarak sürülmesine, istihdam edilmesine, yedek sanayi ordusunun hazır bekletilmesinde siyasal ve ekonomik taşeron işlevi üstlendiği sürece ayakta kalabildi. Mülksüzleşen, işçileşen, yedek işgücüne dâhil olan emekçi sınıfların rızası dilencileştirici sosyal politika uygulamalarıyla devşirilemiyor. AKP ve güç ağlarının yönlendirdiği yerel ve ulusal siyasal/kadrosal ilişkilerin, emekçilerin boyun eğdirilmesinde üstlendikleri taşeron, aracı işlev yoluyla büyük küçük belli bir zenginliğe, mülk birikimine sahip olmaları aynı kültürel, siyasal ortamla, ağlarla o ya da bu düzeyde ilişkisi olan yoksullaşan ve mülksüzleşen emekçi sınıf mensupları tarafından bilinmektedir. Kendilerinin yoksullaşması, mülksüzleşmesine aracılık eden bu ilişkilerin hukuki, siyasi, ekonomik olarak devletçe alenen korunduğu da herkes tarafından görülmektedir. Dolayısıyla geleceğe dair arayışı olanların, düzenin doğrudan ya da dolaylı parçası ve yeniden üreticisi konumunundan kurtulmak isteyenlerin bakması gereken yer kentlileşen, mülksüzleşen proleter kesimlerin huzursuzluğu ve öfkeleridir.

2018 yılından yani kuruluşumuzdan bu yana göstermiş olduğumuz Tazminat Mağdurlarının mücadelesi ve işyerlerinde göstermiş olduğumuz örgütlenme pratiklerimiz işçi sınıfının örgütlenmesi, sermaye sınıfının politik, örgütsel, ideolojik varolma yapılarını, ilişkilerini, tarzlarını doğru kavramak ve onun alternatifi olan eşitlikçi ve özgürlükçü bir işçi sınıfının örgütlenmesini sağlamak, işçi sınıfı iktidarını üretmek hedefimiz olacaktır.

MADEN SEKTÖRÜNDEKİ UYGULAMALAR, İŞ KAZALARI, MESLEK HASTALIKLARI

ETİBANK, TDÇİ, KBİ, ÇİNKUR, KÜMAŞ’ı özelleştiren, TTK ve TKİ’ni rödovans ve taşeron uygulamalarıyla fiilen özelleştiren devlet ve sermaye grupları bu politikaları halka “satarken” anlattıkları teknolojik yenilenme, araştırma geliştirme faaliyetleri için yatırımlar yapmak bu yolla dünya pazarında yüzde birin altında olan maden üretimi payını yukarıları taşımak iddialarını çok küçük bir oranda yerine getirmişlerdir. Yapılan sadece emeğin daha yoğun bir şekilde sömürülmesi, doğanın daha büyük oranda talan edilmesi olmuştur. Madencilik sektöründe ne kazanım olduysa bu maden işçisinin kanı pahasına olmuştur. Bu tablo devlet ve sermaye gruplarından hesap sormayı zaruri hale getirmiştir. Son 30 yılda artan bir biçimde iktidarlar ve sermaye kesimlerince işlenen Türkiye’nin gelişmesinin önündeki engelin kamu kuruluşları olduğu, devletin küçültülmesi ve kamu faaliyet alanının daraltılması ile ülke sorunların çözülebileceği söylemi hız kazanmıştır. Bu söylemin iş kolumuza yansıması “kamu madencilik kurumlarının kapatılması, özelleştirilmesi, rödovans ile özel sektöre devredilmesi ya da kamu kuruluşların yapmakla yükümlü olduğu işlerin özel şirketlere gördürülmesi biçimlerinde gerçekleşti. Bu politikalar sektörde büyütme yaratacağı yerde küçülmeye neden olmuş, çevrenin tahribatı ile iş kazaları ve cinayetleri çoğalmıştır.

Özelleştirme, taşeronlaştırma, rödovans gibi patron yanlısı uygulamaların yoğunlaştırılması kamu madenciliğini küçültmüş, kamu kurum ve kuruluşlarında uzun yıllar sonu elde edilmiş olan madencilik bilgisi ve deneyim birikimini ortadan kaldırmıştır. Yoğun birikim ve deneyime sahip olan kurum ve kuruluşlar yerine üretimin teknik ve alt yapı olarak yetersiz deneyim ve uzmanlaşmanın olmadığı şirketlere bırakılması, buna ek olarak kamusal denetimin yeterli ve etkin bir biçimde yapılmaması, denetim mekanizmalarının patronlarca adeta kontrol altına alınmış olması iş cinayetlerini ve iş kazalarını artıran temel etmendir. Her yıl artan oranda iş kolumuzda cinayet ve kazalar yaşanmaya devam etmektedir. Üretim hacmi dünyaya göre epey düşük olmasına rağmen Türkiye’nin dünyada maden işçisi ölümlerinin oransal olarak en çok yaşandığı ülke olmasının, 1999 ve 2014’te maden işçisi ölümlerinde dünya rekorunu elinde bulunduruyor olmasının altı çizilmelidir. Ölüm oranı düşmeyen tek ülke olmasının nedeni işçi sağlığı ve iş güvenliğinin hem patronlar, hem de hükümetler tarafından hiçe sayılması, patronların kollanarak kar hırsının her şeyin önüne konulmasıdır.

İş kolumuzun giderek yoğunlaşan kronik hale gelmiş temel meselelerinden biri de meslek hastalıklarıdır. Meslek hastalığı bir mesleğin bünyesinde barındırdığı özel koşullardan kaynaklanır. Yeraltında, fabrikalarda, son derece partiküler ve değişik tozlu, gazlı ortamlarda, kimyasal, patlayıcı ve parlayıcı malzemeler, soğuk ve sıcak hava şartlarına bağlı olarak maden ocaklarında, ses, ışık, vardiyalı çalışma, yoğun iş temposu, mobbing, baskı gibi zor koşullarda çalışan maden işçisi kardeşlerimiz birçok meslek hastalığıyla karşı karşıya gelmektedir. Meslek hastalıkları gerekli teknolojik ve işçi sağlığı ve iş güvenliği önemleri alınırsa azaltılabilir. Ancak patronlar maliyet artırmamak için işçilerin geleceğini sakatlayan yöntemleri tercih etmektedirler. Solunum yolu rahatsızlığı, akciğer yetmezliği, akciğer ve diğer organlarda lekelenmeler oluşması, bel fıtığı, menisküs, kas hastalıkları patronların yarattığı bu kötü çalışma şartlarından doğmaktadır. Maden işçileri şayet iş cinayetlerin ölmediyse erken ölüme ya da hastalığa itilmektedir, ya da kazalarda sakat kalarak bir nevi yaşarken ölmeye mahkûm edilmektedir.

Bağımsız Maden İşçileri Sendikası olarak işçi sağlığı, iş güvenliği kurallarına (İSİG) harfiyen uyulmasını sağlamak, meslek hastalıklarına yol açan koşulları ortadan kaldırmaya dönük mücadele etmek her iş yerindeki örgütlüğümüz açısından kırmızı çizgimizdir. Yoğun sömürü ve düşük ücretlere karşı mücadeleden bir önceki temel mücadele alanımız işçi sağlığı ve iş güvenliği alanıdır. Üyelerimizin hayatını düşünmek önceliğimizdir. Bizim örgütlü olduğumuz iş yerlerinde İSİG kurulların sendikamız üyesi, madencilik deneyimi yüksek kardeşlerimizi yerleştireceğiz, koşulları ve çalışmayı onların direktifleriyle yönlendireceğiz. Aksi tutumlara müsaade etmeyeceğiz.

MADEN İŞKOLUNDA SÖMÜRÜ, ÖRGÜTLÜLÜK VE MÜCADELELERİMİZ

Geçtiğimiz haziran ayında MAPEG resmi sitesinde yayınlanan ve Eylül-Ekim’de başlayan halen devam etmekte olan ihale sürecinde 641 yeni maden sahası daha ihaleye girdi. Bu yeni ihaleler binlerce işçinin madencilik işkolunda çalışmaya başlaması anlamına geliyor. Madencilik ve taş ocakları iş kolunda çalışan yaklaşık 200 bin madenci bulunmakta. Önümüzdeki dönemlerde açılan yeni sahalarla birlikte bu sayının artacağı aşikâr.

Türkiye’de Toryum, Linyint, Bor, Barit, Feldspat, Mermer, Manyezit, Zeloit, Trona, nadir toprak elementleri ve sodyum sülfat gibi elementlerin önemli bir rezerv kapasitesi var. Yine altın, bakır, krom, kurşun, gümüş, antimuan, çinko ve taş kömürü rezerv sahaları da söz konusu. Ayrıca maden kaynaklarına göz attığımızda dünya rezervlerinin yüzde 70 kadarına sahip olan bor madeni bulunmaktadır. Aynı zamanda yine dünya rezervlerine oranlandığında en büyük kısmı Türkiye’de bulunmaktadır. Barit, trona manyezit ve krom’da bu sıralamada önemli ölçütlere sahiptir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın “Milli Enerji ve Maden Politikası” eylem planı hazırlığı ile arz güvenliği ve kaynakta ve teknolojide yerlileştirme naraları atmasının ardında özelleştirme politikalarını gözardı etmemek gerekmektedir. Çeşitli sözleşmeler ile devlet sahalarının özel firmalarca işletilmesi bütün sektörlerde olduğu gibi sömürüyü derinleştiriyor. Soma gibi büyüyen büyük havzalarda Koç, Özyeğin, Fernas, İmbat gibi mekanize sistemler ile işletilen büyük şirketlerde işçinin sigorta primlerinin düşük gösterilmesi emeklilik hayatını ve geleceğini belirleyen bir durumdur ve işçinin yasal düzlemde sömürülmesini sağlar. TKİ’nin elinde kalan son bölgeleri de yavaş yavaş özelleştirdiği bir durum da söz konusu. Malkarada, Ermenekte, Kütahya gibi birçok yerde de 200, 300 kişinin çalıştığı irili ufaklı bir çok işletmede ise hileli iflas yoluyla işçinin tazminatlarına çökmek, işçinin maaşlarının geciktirilmesi, işçinin yeraltında ek mesai verilmesi ve ek mesai ücreti ödenmemesi, yer altı maden işçisinin 2015 yılınında belirlenen çift asgari ücretten az maaş alamayacağı ibaresine karşın patronların maaşı bankadan yatırıp elden bir kısımını geri alması, asılsız yevmiye cezaları, işçiyi işten haksız bir şekilde çıkarması, Mobbing gibi şekillendireceğimiz örnekler mevcuttur.

Sendikal örgütlülüğü bu aşamada değerlendirecek olursak Türkiye Maden-İş ve Zonguldak havzasında örgütlü Genel Maden-İş sendikasıyla tekelleşmiş ve bu iş kolunda örgütlülüğün resmi oranı %17 kadardır. Bu bahsettiğimiz sendikalarda işçiler nezdinde işveren yanlısı, işçiye yalan söyleyen, yönetimini işçinin belirlemediği, işçinin patrona düşmanlaşmasının önünde sibop rolü üstlenen sarı sendikalar olarak bilinirler. Dolayısıyla yüzde 17 örgütlülüğün olduğu Soma, Zonguldak gibi önemli büyük havzalarda, memleketin her yerinde irili ufaklı bütün madenlerde ciddi örgütlenmelere ihtiyaç görünmekte.

Sendikamız, maden işçilerinin yaşadıkları hak gasplarını, sömürüyü, adaletsizlikleri, önü alınmayan iş cinayetlerini, iş kazalarına karşı işverenler ve devlet karşısında işçilerin ekonomik, demokratik hak ve çıkarlarını korumayı dikkate alarak, doğrudan işçilerin söz, yetki, karar süreçlerinden yoksun bir halde olduğunu ve bu örgütsüz halin devam etmesi durumunun maden işçilerini işverenlerin kar hırsına her gün daha fazla mahkûm ve kurban edileceğini ve bu doğrultuda örgütlenme pratiklerinin yolunu açan bir ilkeye sahiptir. Ve bu doğrultuda;

Balıkesir Havran’dan başlayan toplantı ve görüşmelerimiz Lapseki, Malkara, Zonguldak, Bartın, Polatlı, Sorgun, Akdağmadeni, Kangal, Divriği, İliç, Gümüşhane, Murgul, Cerattepe ve Fatsa’da devam etti. Çanakkale Yenice’de bulunan NESKO bakır madeninde ücretlerini alamadıkları için direnişe geçen madencilerle sendikamız istişare içerisinde bir direniş yürütmüştür ve direniş 7. gününde kazanımla sonuç almıştır.

15 Mart 2020 tarihinde ülkemizde çıkan ilk Covid-19 vakasının hayatlarımızı etkileyeceği yönündeki öngörü ile işçiler için “Yıllık İzinden Kesilmeden, Zorunlu Ücretli İzin Uygulaması” adı altında bir çalışmanın uygulanması gerektiğini savunduk, destekledik. En temel hijyen şartlarının, İSİG kurallarının olmadığı, sağlanmadığı, kaya, kömür ve kimyasal tozların hava sirkülasyonu nedeniyle süratle nakledildiği ve doğal ışığın bulunmadığı maden işyerlerinde çalışmanın bu şekilde devam ettirilmesi mümkün, bilimsel ve insani olmadığını, madenlerde zorunlu çalışmak durumunda kalanlara yönelik gerekli güvenlik önlemleri alınarak gerekli kişisel koruyucuların her gün ve sürekli olarak yenilenerek temin edilmesi ve maden işçilerinin zaman geçirilmeksizin ücretli izne çıkarılmasını talep ettik. COVID-19’un neden olabileceği tehlikelerin dikkate alınmasını ve risk altında bulunan işyerlerinin geçici olarak faaliyetlerinin durdurulması gerektiğini savunduk. Bu doğrultuda Çalışma Bakanlığı’na açık mektup yazarak durumun önemini ve gereğinin yerine getirilmesini istedik. Pandemi döneminde işçilerin yaşadığı bu zor şartlarda yaptığımız o kadar çabaya rağmen madenlerde alınmayan önlemlere rağmen Koronavirüse karşı madenci yalnız ve çaresiz olmadığını dile getirdik ve bir çağrı ile bunu duyurduk. “Zorla çalıştırılıyorsan, işten çıkarıldıysan, Koronavirüse yakalandıysan, Sarı-sendika sattıysa, Virüse karşı önlemler alınmıyorsa, Gerekli Ekipman verilmiyorsa, Bizi Arayın!” İsimli bir kampanya örgütlemeye çalıştık. Bu süreçte sendikamızın en önemli görevlerinden biri başta üyeleri olmak üzere tüm maden işçilerinin hak ve çıkarlarını savunmak aileleri de dâhil olmak üzere sağlıklarını ve yaşam haklarını korumak ve kollamaktır. Anayasa, yasalar, uluslararası sözleşmeler ve sendikamızın ana tüzüğü bizlere bu görevi, sorumluluğu ve yetkiyi vermektedir.

Pandemi koşullarında geçici 10. madde ile değiştirilen ücretsiz izin uygulaması işverenin çıkarlarını koruyan, işçinin rızası alınmadan işveren tarafından ücretsiz izne çıkartılması durumlarında işçi kölelik ücretine mahkûm edildi. Ayrıca sendikal örgütlenmenin engellenmesi yönünde özellikle Polyak madeninde çalışan sendika yöneticilerimizinde yaşadığı bir sorun olarak kullanıldı bu uygulama. Polyak madeninde göstermiş olduğumuz çabalar neticesinde ücretsiz izne çıkartılan yöneticilerimiz ve çalışanlar işlerine geri döndüler. Fakat pandeminin faturası incelendiğimizde Enerji patronlarının karlarına kar katan bir durumda olduğu, işçilerin her gün yoksulaştığı bir durumla karşı karşıya kaldık. Ücretsiz izin dışında işverenin iş çıkış kodlarını kafasına göre düzenlediği ve özellikle “işyeri kurallarına uymama ve ahlaksızlık, hırsızlık” gibi gerekçelerle işçinin iş akdinin feshini düzenlediği Kod 29’un hukuksuz olduğu, İş kanununun ana ilkesi olan işçiyi işverene karşı koruma ilkesinde aykırılığa yanaştığı, fiiliyatta işverenlerin işçiyi tazminatsız, haklarını alamadan çıkışını vermenin bir yolu olduğu için iptal edilmesi yönünde birçok çalışmanın örgütleyicisi olduk.

30 Aralık 2020 gününde İmbat Madeninde gerçekleşen sendikal baskıya karşı İmbat yönetimine uyarıda bulunduk. Aylardır yürüttüğümüz mücadelenin gerçekliğini ve samimiyetini gören, kendi sendikasında kendi söz sahibi olabileceği, hak ve çıkarların korunmasında ayrıntılı gerçek bilgiye ulaşan ve bunun için çabalayan madenciler örgütlenme zeminlerini kuvvetlendirdiler ve bu durum hem patronların hem işveren temsilcilerinin hem de yetkili sendikalar olan sarı sendikaların korkulu rüyası haline dönüştü. İşçi çıkarına dair bilgiyi saklayan, işçiyi manipüle eden, yalan söyleyen ve bunları işveren temsilcisinin yetkisiyle işveren çıkarına organize eden sarı kurumların foyası işçiler tarafından fark edilmeye başlandı. İşçi bilgiye erişmek için artık güvenebileceği kendi gibi yöneticilerinin madencilik işinde çalıştığı ve aynı zamanda bilgiyi toplumsallaştırıp işçi çıkarına yarar olarak kullanabildiği bir sendikası vardı. Dolayısıyla günlerce, binbir emekle, beton üzerinde yata yata süren mücadelenin kazanımları ile de Soma havzasında örgütlenmemiz hızla ilerledi. Bu ilerleme özellikle İmbat ve Polyak A.Ş’de sendikal baskıyı arttırdı. Türkiye’nin dört bir yanında, her maden ocağında haykırdığımız gibi Soma İmbat Maden Ocağı’nda Türkiye Maden İş’e üye olmayan işçi arkadaşlarımıza yapılan bu baskılara karşı sessiz kalmayacağımızı duyurduk.

Sendikamız öncülüğünde gerçekleştirilen 3.500 tazminat mağduru işçinin Ankara yürüyüşü keyfi bir şekilde engellenmiş olup bunun üzerine sendika hukukçularımız tarafından açılan davada Toplantı Ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 22’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “… ve şehirlerarası kara yollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez” hükmünün Anayasa’ya aykırı olduğu talebimiz Manisa 1. İdare Mahkemesi tarafından kabul edilerek iptali için Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmiştir. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 22’nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “… ve şehirlerarası kara yollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez” hükmü Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Sendikamız hukukçularının özverili çalışmaları sonucu yürüttüğümüz mücadeleye bir kazanım daha eklemiş bulunduk. Bu karar ile Türkiye işçi sınıfına ve toplumsal muhalefete katkı sunmanın haklı gururunu yaşıyoruz.

Tazminat ve Emeklilik Mağduru Madencilerin Mücadelesi

Soma’da maden katliamından sonra madencilik iş kolunda yapılan bir takım iyileştirmeler olsada bu iyileştirmelerin vicdani boyutu araştırıldığında memleketin içinde derin sarsıntılar yaratan bu izleri susturma politikası olduğu anlaşılacaktır. Çünkü sömürüyü bedenleştiren çeşitli fiil ve eylemler işçiler üzerinde devam etmiştir ve etmektedir. Sömürüyü yasalaştıran bir boyutta rödövans dediğimiz bir kiralama sözleşmesidir. Bu sözleşme ile maden patronları çıkaracağı yeraltı ürününü bitirdikten sonra hileli iflas dediğimiz mal varlıklarını başka şirketler üzerine aktarıp sermayesini farklı kanallara aktararak işçilerin hakkı olan tazminat alacaklarını ödemeyerek binlerce işçinin hakkına çökmesinin yolu açılmıştır. Devletin maden sahalarını kiraladığı, özelleştirdiği, işletmeye verdiği bu tür sözleşmelerde aslen devlet üst işveren ilişkisine girmesine rağmen 2010 yılında farklılaşan sözleşme maddesi ile devlet kendisini bu sorumluluktan çekmiştir. Dolayısıyla sarı sendika, devlet ve patron ilişkisinin bu çok boyutlu çıkar çarkı işlemeye devam etmiştir. Fakat sendikamızın öncülüğünde yürüttüğümüz tazminat mücadelemiz bu çarkın işçiler üzerindeki tahakküm ilişkisini ve bir soygun düzeneği planını ortaya çıkarmış, tazminat mücadelesini kazanmıştır.

2014 yılında Soma Holding tarafından bir SMS ile işten çıkartılan ve 5 senedir tazminatlarını Soma Holding’in ve sarı sendika Türkiye Maden İş Sendikası’nın yalan ve oyalamaları sebebiyle alamayan maden işçileri, sendikamızın çağrısı ile bir araya gelerek Soma’da yürüyüş ve basın açıklamaları gerçekleştirildi. Maden işçileri önce Soma TKİ önünde güvenlik kalkanı ile karşılaştı ancak sonrasında basın açıklamalarını gerçekleştirdi. İşçiler tazminatlarını alabilmek için Soma’dan Ankara’ya yürümenin hazırlıklarına başladı. Soma da sendikamız öncülüğünde gerçekleşen ve kazanımla sonuçlanan direnişinin ilk adımı “BİR AVUÇ KÖMÜR İÇİN BİR ÖMÜR TÜKETTİK, HAKSIZLIĞA UĞRADIK SABIRLA BEKLEDİK, ARTIK YETER!” sloganıyla başlatıldı. Soma Holding ve Uyar Madencilikte çalışmış ve tazminatlarını alamamış 3500 tazminat mağduru işçinin mücadelesi kent meydanında toplanıp basın açıklamaları yapmak ve TKİ önüne yürüyüşler yapmak şeklinde çeşitli uyarı eylemleri olarak gerçekleşti.

Bu tazminat mücadelesinde giriş paragrafında da bahsettiğimiz gibi TKİ asli sorumlu olması gerektiğini vurguladık. Çünkü maden sahalarının ruhsat sahibi olduğunu, patronlara bu sahaları verenin TKİ olduğunu, madende üretilen kömürü pazarlayan olduğunu, yeraltında çalışılan alanı ve kotu belirleyenin TKİ olduğunu, her maaş bordrosunda izi olduğunu dolayısıyla da ödemeleri gerçekleştirecek sorumluluğa sahip olduğunu dillendirerek mücadelemizin tezi oluşmaya başladı.

5 Ekim 2019 tarihinde 3500 Tazminat ve Emeklilik Mağduru İşçilerin Soma’dan Ankara’ya yürüyüşü sendikamız öncülüğünde başlatıldı. Yürüyüş güzergahımız Soma katliamında hayatını kaybeden 301 madencimizin her biri için 1 km yürüyerek Bakır, Akhisar, Salihli, Uşak, Afyon, Bayat, Sivrihisar, Polatlı ve son olarak Ankara Enerji Bakanlığı önü olarak duyuruldu. İdare mahkemesinin basın açıklaması yapma ve yürüyüş gerçekleştirme eylemine dair her hangi yasak yoktur! kararına rağmen Kırkağaç girişinde jandarma tarafından keyfi bir şekilde yürüyüşümüz durduruldu. Fakat madencilerin kararlı duruşu, madenciyi çözümsüz bu yoldan asla döndürecek türden olmadığı gibi madenciler bekleyişini sürdürdü ve ve beklenen Kırkağaç çamlık mevkisi 33 gün sürecek bir direniş alanına dönüştü. Bu direniş kamuoyunda güçlü bir etkiye sahip oldu. Bir çok sanatçı, gasteci, siyasilerin desteğini aldı. Çeşitli sendikalar, partiler ve kurumlar direniş alanını destekleyerek güçlendirdiler ve çözüme giden ilk görüşme AKP grup başkanvekili Özlem Zengin ile gerçekleşti. Kendisininde bu durum hakkında büyük yanlışlar yapıldığını söylemesi ve konuyu Enerji Bakanlığı ve Cumhurbaşkanı ile görüşmeye açması sorunun çözümüne dair ilk adımı oluşturdu.

Soma’da, Savaştepe’de, Kırkağaç’ta, Kınık’ta, mahalle mahalle, köy köy toplantılar yapıldı. Sorunlar anlatıldı. Soma meydanda basın açıklamaları gerçekleştirildi. Bir çok defa Ankara’da yetkililerle de görüşmeler gerçekleştirildi ve direniş kazanımla sonuçlandı. 33 gün süren direnişimizi Eynez ocağının 2020 ilk aylarında ödenmesi, Işıklar, Atabacası, Geventepe ve Uyar madenleri içinde bir torba yasa çıkartılması sözünün verilmesi ile sonlandırıldı. 2020’nin Şubat ayında Eynez ödemeleri gerçekleşti. 2020 Temmuz ayında da bir torba yasa çıkartılmasıyla zaferimizin ilk basamağını tırmanmış ve ispat etmiş olduk.

Ermenek Direnişimiz

Ermenek’te maden sahipleri ağa patron diyebileceğimiz iki aile olan Özbeyler ve Uyarlar onlarca yıldır işçilerin kıdem haklarını ve ücret alacaklarını gasp ederek büyük servetler biriktirmişlerdir. Devlet işçilerin bugüne değin yaptıkları şikayetleri ve suç duyurularını dikkate almamanın yanısıra bu patronları korur vaziyette hareket etmiştir ve hatta çeşitli etkinliklerde devlet tarafından bu patronlara plaketler dahi sunulmuştur.

31 Ağustos 2020 tarihinde Karaman Ermenek Cenne Linyit Kömür İşletmesi LTD.ŞTİ Ocağı işçileri tarafından aylardır ödenmeyen maaş ve tazminat hakları için sendikamız öncülüğünde direniş başlatıldı ve akabinde Seba Maden işletmesi işçileri de ödenmeyen maaşları için bu direnişe katıldılar. Ocağın patronu değişik şirket adları altında yıllardır Ermenek işçisinin haklarını gasp ettiği ve savcılığın işçilerin suç duyurularını işleme koymaması işçiler nezdinde direnişten başka bir yol olmadığını gösterdi. İşçinin kanına, canına, hayatına, alın terine çöken patronlardan ve onları kollayan devlet kurumlarından hesap sormak için maden sahalarının önünde, Fehmi Özbeyin evinin önünde Ermenek Güneyyurt kent meydanında geceli gündüzlü soğuk beton üzerinde yatarak yaklaşık 80 gün süren bir direniş sürdürüldü. İSİG Kanunu ve İş Kanunu 34. Maddeye göre Seba Madencilik’te üretimi durduran üyelerimiz ahlaksız ilan edilip pandemi yalanı olan işten çıkarma yasağının foyasını ortaya çıkarır biçimde hukuksuzca atıldılar.

Direnişimizin 87. gününde Ankaraya doğru yürüme kararı alındı ve Genel Başkanımız, uzmanımız ve madencilere jandarma tarafından jopla, biber gazıyla, tehditle, TOMA’yla sert saldırı gerçekleşti. Çok sayıda gözaltı oldu. Gene başkanımız ve uzmanımız dahil madencilerin çoğu darp edilerek gözaltına alındı. Bir önceki gün kollukta susma hakkını kullanan madenciler bir gün nezarette gözaltında tutulduktan sonra savcılıkta ifade sonrası serbest bırakıldılar.

Yaklaşık 90 günü geceli gündüzlü betonda yatarak toplamda 200 gün süren Ermenek direnişimiz yürütülürken ödenmeyen maaşlar ödenmesi sağlandı. İşten çıkartılan madencilerin tazminatları ve işe iade davaları açıldı. Ermenek’te madenciler Türkiye’yi de sarsan bir gündem haline geldi ve bir süre sonra Ermenek, patronları korumayı açık aleni devam ettirerek bir yönetimin varlığını hissettirmek için pandamı bahanesiyle OHAL şartlarına dönüştürüldü. Madenciler üzerinde provakatif çalışmalar gerçekleştirildi. Jandarma emniyet kent meydanını Ermeneğe girişin çıkışın denetimlerle yapıldığı bir durum yaratıldı. Özellikle direnişimizin 102. gününde Ermenek Güneyyurt Meydanında yapacağımız basın açıklamasına yüzlerce jandarma tarafından basın açıklaması yapılmasına izin verilmedi ve madencilere, arkadaşlarımıza tehditler savuruldu. Madenci kentimiz Ermeneğimiz fiili gözaltına maruz bırakıldı.

Mücadelede öğrendiğimiz bir şey olarak eğer patronlar güçlü ise bulunduğumuz çevre o patronların aklının bir çevresi haline dönüşüyor. Bütün insanların yaşamı o patronların aklıyla üretiliyor. Eğer güçlü olan patronsa yasalar o patronlara göre yapılıyor. Usulsüzlük varsa bu usulsüzlükler gideriliyor. Tazminat ve maaşlar ödenmiyorsa yani hırsızlık varsa ceza verilmiyor. Cinayet varsa kader deniliyor. Dolayısıyla eğer işçiler birleşir ve güçlenirse ve de yönetirse bir kenti bir yaşamı bir toplum şekillendirmiş olacaktır. Dolayısıyla bu direnişlerde ürettiğimiz talepler bir istek olsa da eylemlerimiz bir direnme biçimi olduğu için zorlayıcı bir güç -haline dönüşüyor. Ve biliyoruz ki eğer biz bir olursak ve güçlenirsek – İSİG kurallarına uygun bir çalışma ortamını sağlayabiliriz. – Bu zamana kadar yapılan hırsızlığın, yağmanın sonunu getirebiliriz. – İşçiler için sendika ve toplu sözleşme getirebiliriz ve hatta biz üretir biz yönetebiliriz.

Uyar Maden Direnişi

28 Temmuz 2020’de çıkan torba yasanın içerisine dahil edilmediği için sendikamız öncülüğünde Uyar maden işçilerinin direnişi 12 Ekim 2020 tarihinde başlatıldı. 14 yıl önce nişanından bir gün önce Uyar Madenindeki iş kazasında iki gözünü kaybeden Ali Kandemir’in mücadelesi bu ülkede, devlet tarafından patronların kollanma düzeyini herkesin gözüne sokma mücadelesi olduğu için, 2007”de Türkiye Kömür İşletmeleri’nin rödovanslı sahası Soma Uyar Madencilik’te yaşanan iş kazasında iki ayağını kaybeden İdris Sarıkaya hâlâ iş kazası ve kıdem tazminatını defalarca söz verildiği halde alınamadığı için, 7 yaşındayken babası Ramazan İnter’i maden ocağında iş cinayetinde kaybeden Ali Faik İnter’in 18 yıldır ailesiyle birlikte hak mücadelesi vermesine ve mahkeme yıllardır sonuçlanmış olmasına rağmen babasının onur mücadelesini yürütmek için ve ödenmeyen tazminat alacakları için 795 mağdur madencinin alacakları ödensin diye bu yürüyüş başlatıldı. 27 gün boyunca süren direnişimiz Soma mezarlığı, Salihli, Kırkağaç Çamlığı ve Gölmarmara’da olmak üzere devam etti ve kamuoyunun yoğun ilgisini üzerinde taşıdığı için Süleyman Soylu’nun çözüm için devreye girmesi ve 15 Ocak’a kadar kesin çözüm sözü vermesi üzerine bitirildi.

15 Ocak’ta çözüme dair Süleyman Soylu’nun vermiş olduğu söz üzerinden aylar geçince sorunu AKP Kongresinden sonra çözeceğiz denildi. AKP kongresinden sonra sorunun çözümünü birbirlerine paslayan bir top oyunu gibi değersizleştiren verdikleri sözü sakız eden bir durum ortaya koydular. Yıllarını madenlere bu ülkeye hizmet ederek geçirmiş iki gözünü, iki ayağını, canını, babasını bu madenlere vermiş insanların karşısında hadsizce verilen sözler madencinin öfkesini derinleştirdikçe derinleştirdi. Bu süreç içerisinde heyetimiz defalarca Ankaraya gidip grup başkanvekilleri ve Enerji Bakanlığı ile görüşme gerçekleştirdiler. En son gelinen aşamada yaptığımız eylem takvimini sosyal medya ve haber siteleri üzerinden duyurduktan sonra AKP grup başkanvekili Mustafa Elitaş 1 Temmuz günü kesin bir açıklama yapacağını söyledi. Fakat madencilerin gün boyu güneş altında bekleyişini sürdürdüğü Soma meydanında herhangi bir açıklama yapılmadı. Eylem kararımıza göre 4 Temmuz tarihinde Ankara’da Enerji Bakanlığı önünde direnişimizi başlatacağımızı duyurduk. 4 Temmuz günü büyük bir sosyal medya eylemi ile gece yarısı otobüslerle ve özel araçlarla yola koyulduk ve Ankara girişinde Ankara Emniyeti tarafından durdurulduk. Hiçbir türlü Ankaraya alınamayacağımız söylendi. Bir benzin istasyonunun köşesinde bir beton üzerinde direnişimiz başladı ve yetkililerle olan görüşmelerimizi 5 kişiden oluşan heyetimiz sağladı. Ankarada beklediğimiz her gün TBMM’de ve Enerji bakanlığında hergün defalarca görüşmelere girip çıktı heyetimiz. Ankara girişinde Ankara Emniyeti tarafından kriminalize edilmeye çalışıldık. Tehdit edildik. En son yaptığımız görüşme neticesinde heyetimizin katıldığı son toplantıda bütün heyet üyelerimizin yaptığı açıklamaya göre sorunun çözümünde yetkilendirilmiş AKP grup başkanvekillerinin ödeme konusunda net oldukları fakat bizim tarafımıza doğrudan açıklama yapmak istemedikleri bir durumu hissettiklerini ve bu rezilliğin en kısa zaman içerisinde sonuç alacağına dair aldığımız söz ile kamuoyuna bir açıklama gerçekleştirdik ve Soma’ya dönüş kararımızı açıkladık.

16 Ağustos’ta TKİ’nin resmi sitesinden yapmış olduğu açıklama ile ödemelerin iki ay süre içerisinde dilekçe ile başvurulması takdirinde yapılacağı yönünde oldu. Sürecin henüz takibindeyiz.

SONUÇ OLARAK

Maden iş kolundaki Türkiye Taş Kömürü İşletmeleri (TTK), Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ), Eti Bakır İşletmeleri gibi kamuya ait teşebbüslerin özelleştirilmesi (sermaye gruplarına peşkeş çekilmesi) sonrasında yaşam ve hastalık riskinin yüksek olduğu bu iş kolunda çalışmak, tam bir “can pahasına” dönüştürüldü. Özel işletmecilik mantığı gereği kuralsızlaştırma, esnekleştirme, güvencesizleştirme politikaları ile beraber işçilik, işçi sağlığı ve iş güvenliği maliyetlerinin adeta ortadan kaldırıldığı bir köleci çalışma biçimine geçiş yapıldı. İş cinayetleri ve katliamlar katlanarak arttı. İşçilerin emeği değersizleşirken yaşam ve hastalık riskleri arttı. Sendikasızlaşma oranı işçileşme yükseldikçe arttı. Yani bu ağır sömürü koşulları sendikaları yozlaştırıp, zayıflatarak işçilerin örgütlenmesinin önünde engel oldu.

Tazminat hakkı için deneyimlediğimiz mücadele Türkiye’de irili ufaklı işçi kesimlerinin mücadelesine umut ışığı oldu. Fabrikalarda, işletmelerde, maden ocaklarında çalışan işçilerin gözlerindeki perdeyi yırtıp attı. Her maden havzasından, çalışma koşullarına ve düşük ücretlere karşı “fiili işçi direnişleri” ortaya çıkmaya başladı.

Artvin’den Muğla’ya kadar uzanan çokluğumuzu biliyoruz. Gün geçtikçe yaşadığımız bu koşulların daha da kötüleşeceğini biliyoruz. Dolayısıyla egemen sermaye sınıfının çeşitli politikalarla, yasalarla üzerimizde kurmuş olduğu bu sömürü zincirini kırmak için birlikteliğimizi, örgütlülüğümüzü arttırmak asli sorumluluğumuz olmalıdır.

Ülkemizin kapatılan maden ocaklarından sürülüp havzamıza gelen işçi arkadaşlarımızın deneyimlerinin bizim deneyimlerimiz olarak görmemiz gerektiğini biliyoruz. Yerli-yabancı ayrımının maden işçisin bölmek için kullanıldığını biliyoruz. Soma katliamının gerçekleştiği tarihe kadar maden işçisin savunduğunu iddia eden sendikal anlayışın maden işçileri açısından bir ölüm makinesi haline geldiğini çok iyi biliyoruz.

Bizim adımıza karar veren, söz söyleyen, bizi temsil ettiğini iddia edenlerin bugün bizim yanımıza gelemediğini biliyoruz. Düşünen, sorgulayan bireysel ve kolektif tepki geliştiren tüm maden işçileri olarak birlikte karar alıp sesimizi daha güçlü duyurabilmek için komitelerde bir araya geliyoruz. Komitelerimizde kimseye mal-mülk unvan şan, makam sunmuyoruz. Bir tek zenginliğimiz var o da birliğimiz ve dayanışmamızdır.

Türkiye’de maden işçilerinin sınıf mücadelesi tarihini okuyoruz, izliyoruz, tartışıyoruz. Sendikal eğitimin nasıl olması gerektiği üzerine düşünüyoruz. Sendikal eğitim maden işkolu için öncelikle işçi denetimi demektir. Çalıştığımız galeriyi, alını, bacayı en iyi biz biliriz. Canımız pahasına çalıştığımız kömürün yarattığı tehlikeleri önlemek için sendikal eğitimler almalıyız. Yalnız eğitim değil, bu tehlikeler için tavır alabileceğimiz mekanizmalar da kurmalıyız.

Devlete ve sermayeye karşı sendikalarımızda söz ve karar sahibi olabilmeyi sağlamalıyız. Katliam sonucu ölen arkadaşlarımızın da sorumluluğu artık üzerimizde, tüm dünya unutsa da onların karanlıkta parlayan göz aklarını unutmayacağız. Köy köy, mahalle mahalle, işyeri, işyeri komitelerimizi büyüteceğiz. Sendikaları, işyerlerini ilerde ülkeyi birlikte karar alıp, birlikte yöneterek düzelteceğiz.

Belirttiğimiz süreçler göz önüne alındığında maden sektöründe sendikal mücadelelerin bildik yöntemlerle yapılmasının mümkün olmadığı çok açık bir şekilde görülmektedir. Artık mücadelenin araç ve yöntemleri değişmiştir bir taraftan ulusal bir sınıf mücadelesi yeniden kurgulanırken diğer yandan uluslararası sınıf dayanışmasını temel alan bir mücadele zorunluluk haline gelmiştir. Ancak unutulmaması gereken şey artık temel mücadele yönteminin fiili ve meşruiyetini kendi haklılığından alan ve kendini asla yasalarla sınırlamayan bir sınıflar mücadelesini sendikal mücadeleye tercüme etme becerisi ve bunun sorumluluğunu üstlenme zorunluluğudur.

Bu sömürü cenderesine karşın devletten ve sermayeden bağımsız olarak geleceğe dair yapacağımız hazırlığa dair birlikte düşünmeye, örgütlenme olanaklarını üretmeye, bütün olanaksızlıklarda cüretle ve onurla duran mücadele örgütünü yaratmak için hazırız!

Üreten Biziz Yöneten de Biz Olacağız!


MÜCADELEMİZ KARDEŞLİK KAZANIRKEN KAYBETTİĞİMİZ KARDEŞLERİMİZE SAYGIYLA…

301 kardeşimize – Bursa’dan Yaşar Çeker’e – Bursa Harmancıktan Seydi Coşkunca’ya – Zonguldak Kilimlide Afganistanlı göçmen kardeşimiz Abbas’a – Kongo’da bir altın madeninde gerçekleşen göçükte hayatını kaybeden 30 kardeşimiz’e – Zonguldak Kilimli’de Uğur Korkmaz, Erdem Korkmaz kardeşlerimiz’e – Şırnak’ın Cudi Dağı eteklerinde bir madende göçük altında kalan 30 yaşında Hasan İnal kardeşimiz’e – Zonguldak Kilimlide göçük altında kalan Sebahattin Kalaycıoğlu ve Murat  Ovaz’a – Sendika üyemiz İmbat maden işçisi Ali Akkaya’ya – Soma’da SETEK firmasında çalışan maden işçisi, tazminat mağduru kardeşimiz Hüseyin Gökçedağ’a – Zonguldak TTK’da Kemal Soytürk’e – İmbat Madencilikte şılam patlaması sonucu hayatını kaybeden Ersin Özdoğan’a, daha fazla kazınca ulaşılan Salih Ayber’e, daha daha kazınca ulaştığımız canlarımız Erdinç Karaevli kardeşlerimiz’e – Zonguldak Ereğli’De Namık Canbaz’a – Şırnak Cudi’de madenci Hüseyin İdil kardeşimiz’e – Myanmar’da yeşim taşı madeninde toprak kayması sonucu hayatlarını kaybeden 50 madenci kardeşimize – Aydın Söke’den 23 yaşlında Serdar Can’a – Edirne Uzunköprü’den kömür yıkama ve eleme kazanına düşerek hayatını kaybeden Ercan Canlar’a – Zonguldak Ereeğlisinde bir maden ocağında taş düşmesi sonucu hayatını kaybeden  Yunus Oku’ya – Zonguldak TTK’da çalışan Fatih Kafkas kardeşimize – Üyemiz, kardeşimiz Uğur Avaz’a – Pakistanda mermer madenininin çökmesi sonucu göçük altında kalan 16 kardeşimize – Artvin Murgul’dan Mehmet Kaynar ve Kenan Lakerta kardeşlerimize – Kongo Demokratik Cumhuriyetinde üç altın madeni kuyusunun çökmesi sonucu hayatlarını kaybeden en az 50 kardeşimize – Soma İmbat Madencilik’te kamyon altında kalan kardeşimiz Nurettin Alkaya’ya – Ermenekli Recep Gökçe amcamız’a – Aydın Çine’den silikosize yakalanan Halil Özen kardeşimize – Afşin Elbistanda Mehmet Kebeli amcamıza – Balıkesir Marmara Adasında bir mermer ocağında Erol Temel’e – Çorum İskilip’te grizu patlaması sonucu hayatını kaybeden Veli Karaduman kardeşimize – Endonezya’nın Güney Sumatra eyaletinde bulunan kaçak kömür madeninde meydana gelen göçükte 11 maden işçisine – Arnavutköyde taş ocağında hayatlarını kaybeden Nuri Deniz ve Sabit Deniz kardeşlerimize – Zonguldak TTK Karadonda iki vagon arasına sıkışarak hayatını kaybeden Soner Dağlıoğlu’na ve bir ay sonra aynı sebepten kaybettiğimiz Ramazan Toprak’a – Kayseri Aladağlarda Veli Yener’e – Aydın Karpuzlu Mikroman madencilik çalışanı Taner Çulhaoğlu kardeşimize – Elazığ Palu’dan Adem Yıldız ve Salih Yıldırım kardeşlerimize – Denizli Honaz ilçesinde mermer fabrikasında Polat Avcı kardeşimize – Zonguldak Kilimliden Salif Zıvalı’ya – Ermenek Direnişçisi Mehmet Denizli abimize……..

……ve yıllarca yerin altında ve üstünde ömrünü, hayatını çocuklarının geleceği, ailesinin geleceği için çalışmış; karanlık kuyularda ölüme hazır kıta beklemiş; güvenliksiz sahalarda çalışırken vücutlarından birer ikişer parça vermiş; sadece gözünü kar hırsı bürümüş ve insani değere verilen önemin eksik olduğu sahalarda denetimsiz, eğitimsiz çalıştırılarak hayatlarını vermiş ismini sayamadığımız can kardeşlerimize…….

…….ve bu mücadeleye yaşamlarının her bir parçasını katarak ilke olan, etik olan, yiğit, bilge, inançlı, cesur, bir adım geri adım atmadan mücadelede yol açan ve düşmana saygı uyandıracak derecede onurla kavga veren ve aydınlıkta, karanlıkta gökteki en parlak yıldızımız olup önümüzü aydınlatan işçi sınıfı önderlerimiz,

TAHİR ÇETİN VE ALİ FAİK İNTERE SAYGIYLA!


Denetleme Kurulu ve Mali Müşavirlik Raporları

  • Denetim Kurulu Raporu
  • Yeminli Mali Müşavirlik Raporu
  • Tahmini Bütçe