Soma’da o korkunç patlama ile başladı her şey. 301 maden işçisini toprağın altına koyan Türkiye’nin en büyük iş cinayetlerinden biri aynı zamanda madenciler için yeni bir uyanışın ve arayışın da başlangıcı oldu. Madenlerdeki türlü çeşitli özelleştirme-taşeronlaştırma uygulamalarının sonucunda özel şirketlerin kölece çalıştırma koşullarına mahkum hale gelmiş Soma madencileri, bir yandan yaralarını sararken bir yandan da sorgulamaya giriştiler. En temel iş güvenliği önlemlerini almayarak kendilerini madenlere indiren patronlarını, bu patronlara mahkum eden iktidarı sorguladıkları gibi, haklarını, hukuklarını savunma görevini yerine getirmeyen sendikalarını da sorguladılar. Maden şirketleriyle uyum içinde bir örgütlenme ve işleyiş içinde olan, adeta kendisini şirket çıkarlarıyla özdeşleştirerek bir şirket sendikası haline gelmiş sendikalarına karşı taşeron işçilerin kaderini değiştirecek, bağımsız, gerçek bir mücadele örgütü oluşturmanın gerekliliğini tartıştılar, bedeller ödeyerek bir kurucu irade ortaya çıkartmaya giriştiler.
301 canın ölümünden önce de sonra da Soma’da yaşam hiç kolay olmadı madenciler ve aileleri için. Tütün ekimini ortadan kaldıran uluslararası sermaye politikalarının sonucu topraktan kopmuş, proleterleşmiş Soma kırsalı; vahşi koşullarda, en az maliyetle çalıştırılmak istenen madenlerin ucuz işgücü ihtiyacını karşılıyordu. Sosyal devlet ortadan çekiliyor, şirket-devlet ise madencileri birer yurttaş olarak tanımıyordu. Vahşi madencilik pratikleri içinde iş kazalarına uğrayan, yaşamını ya da uzuvlarını yitiren emekçiler kaderleri ile baş başa bırakılıyorlar, Soma civarı köylerde babasız, kocasız, kardeşsiz kalan; engelli olmanın ağır sorunlarıyla yüzleşen haneler daha yoksul, daha da çaresiz bir yaşama mahkum ediliyordu. Diğer yanda ise bitmez tükenmez mahkemelerde ölen canların hesabını sormak, adalet aramak gerekiyordu ve bu da hiç kolay değildi. Acılı ailelerin dayanışmasını, hak arayışını canlı tutmak sabır ve dirayet gerektiriyordu.
Madendeki patlamadan birkaç ay sonra binlerce işçi bir telefon mesajı ile işten çıkartıldılar. Madenlerin işletme haklarında değişimler oldu vs. Sonuçta işçiler ortada kaldılar, tazminatlarını alamadılar. Kurulu sendika bu konuda da onları yolda bırakmıştı.
Tüm bu iç içe ve birbiriyle ilişkili sorunlar yumağının ortasında bir taban hareketi yaratarak, geçmişten gelen işçi komiteleri geleneğine yaslanarak, amatör bir ruhla bağımsız bir sendika vücuda getirildi. İşte Tahir kardeşimiz bu sendikanın genel başkanıydı. Ama kravatlı, lüks otomobilli bir başkan değil, yerin altında, yüzü kömürden kapkara çalışmaya devam eden bir başkandı o. Gülümseyen gözleriyle arkadaşlarına öncülük eden, onlara sözcülüğü kendisine görev edinmiş bir sahici adamdı Tahir Çetin. Tazminatların alınması meselesini o da arkadaşları da bir haysiyet meselesine dönüştürdüler. Soma’daki birçok eylemin ardından pandemi ve fiili OHAL şartları altında Ankara’ya yürüyüş başlattılar. Günlerce asfaltta yatıp kalkarak sürdürdükleri yürüyüşün sonunda tazminatların ödenebilmesini sağlayacak bir yasal düzenleme yaptırtmayı başardılar. İşçi hareketinin gerilediği bir dönemde bu büyük bir başarıydı sınıf adına. Ama iş bitmemişti. Sağlanan kazanımlardan Soma’da çok sayıda mağduru olan Uyar Madencilik işçilerinin de yararlanmasının sağlanması gündemdeydi. İşte bunun için eylemler yeniden başladı, sözler alındı, sözlerin tutulması beklendi ama Ankara sözünü unutmuştu. Tahir başkan arkadaşlarının başına geçip yine yollara düştü. Yanında Ali Faik İnter gibi arkadaşları da vardı. Babasını madende iş kazasında yitirmiş, kendisi de tüm izinlerini eylemde geçiren bir öncü işçiye dönüşmüş Ali Faik babasının ödenmeyen tazminatı için omuz veriyordu mücadeleye.
Ankara kapısında sokulmayan, günlerce beton üzerinde yatarak direnen madenciler yeni sözler aldılar ve bir süreliğine memleketlerine dönerek dinlenip mücadeleyi devam ettirmek için yorgun bedenleriyle araca binip yollara düştüler. Ölüm onları trafikte buldu, belki de yorgunluğun etkisiyle gerçekleşen kazada iki öncü işçi yaşamını yitirdi. AKP’nin bu topraklardaki temsilcisi olduğu vahşi neo-liberalizmin karşısına dikilen iki mücadele insanı aramızdan ayrıldı. Geride çok değerli, onur verici bir mücadele mirası bırakarak. Onların öyküsü bize sahici, devrimci bir ruhla sürdürülen, işçi inisiyatifine dayalı, sabırlı ve kararlı mücadelelerin önemini ve dönüştürücülüğünü anlatıyor. AKP, gerici örgütlenmeler, mafyatik patronlar, sarı sendikalarla örülü, yoğun güvenlik baskısı altındaki bir madenci kasabasında işçilerin kurtuluşu kendi eseri olacaktır sloganının yaşama geçmesinin bir örneği olarak değerli bir örnek.
Tahir ve Ali Faik’in ölümü görünüşte bir trafik kazası ama onları Ankara’ya getiren nedenleri, tutulmayan sözleri, Meclis’te karşılaştıkları kibirli tavırları, Somalı madenciye indirilen o tekmeyi vb. düşününce, sürecin bütününe bakınca bu aslında tam bir sosyal cinayet. Onları gece vakti, o yorgun bedenlerle yollara düşüren süreç otoriterleşmiş, emekçilerin yurttaşlık haklarını ellerinden alarak kölelik dönemine geri döndürmeye niyetlenmiş neo-liberal vahşetten başka nedir ki…
Kısa yaşamlarında onurlu ve kararlı mücadeleleri ile örnek olan madenci kardeşlerimizin mirasını sahiplenmek, sürdürdükleri çabayı büyütmek ve etrafında güçlü bir dayanışma örmek bizim görevimiz artık.
Anıları önünde saygıyla eğiliyoruz…
Kaynak: İleri Haber