Zonguldak Büyük Madenci Yürüyüşü – M. Hakan Koçak

Zonguldak maden işçilerinin 1990 Aralık ayında başlayan grevi önce kent düzeyinde bir halk
hareketine, ardından Ankara’ya doğru başlatılan yürüyüşle Türkiye toplumsal muhalefetinin neo – liberal politikaların katlanılmaz ağırlığına karşı direnişinin sembolüne dönüştü. 3 Ocak 1991’de yapılan Türkiye’nin en büyük katılımlı genel grevini esinleyen/tetikleyen etkisiyle de işçi hareketi tarihimizin köşe taşlarından biri haline geldi. Bu yazıda sözkonusu eylemleri hem sendikal hem de ekonomik ve siyasal düzeylerdeki nedenleri ve sonuçları bağlamında tartışmayı hedefliyoruz.

Zonguldak Maden Havzasında Emeğin Tarihi

İkiyüzyıla yaklaşan geçmişiyle Zonguldak maden havzası işçi sınıfı tarihimizin en zengin damarlarından birini oluşturur. Havzanın tarihi mükellefiyetle (zorunlu çalıştırma) ocağa inen yöre köylülerinden, Balkan kökenli yabancı işçilere; asker amelelerden, Kürt göçmen işçilere kadar pekçok farklı köken ve statüde emekçinin terleri ve kanlarıyla yazılmıştır. Bu zengin tarihiyle Zonguldak madenleri emek tarihçiliğimiz içinde geniş biçimde yer alır. Emeğin ve emek hareketinin havzadaki farklı dönemlerini konu alan pekçok çalışma hatırı sayılır bir külliyat oluşturur.[1]

Havzada oluşturulan sıkı emek rejimi tarih boyunca bireysel ya da toplu, açık ya da örtük direnişleri doğurmuştur. Mükellefiyet uygulamasına karşı fiili olarak geliştirilen direncin ötesinde, eldeki kayıtlara göre ilki 1863 yılında olmak üzere bir dizi iş bırakma/grev hareketi de görülür. 1908 II.Meşrutiyet ilanı sonrası Fransız şirketine karşı geliştirilen ve bölgesel nitelik kazanan grevler özellikle anılmaya değerdir.[2] Grev hakkının anayasal düzeyde tanındığı 1960 başlarından 90’lara kadar geçen dönemde ocaklarda yasal bir grevin yaşanmamış olması da bir başka dikkate değer durumdur. Bununla birlikte anılan dönemde havzada kitlesel ve şiddetli direnişler eksik olmaz. 1965 yılında ücret adaletsizliğine karşı gelişen kitlesel eylem ise şiddetle bastırılır, iki işçi yaşamını yitirir.[3] 1965 direnişini izleyen yıllarda da benzer kendiliğinden eylemler gündeme gelir. Madenciler birçok kez hem işveren hem de sendikayı hedef alan ocağa inmeme, yürüyüş gibi eylemler gerçekleştirirler. Ücretlerin azlığı, çalışma-dinlenme sürelerinin değiştirilmesi, benimsemedikleri sendikacının yönetime gelmesi gibi farklı gerekçelerle topluca protestolara yönelirler. Şiddet dozu da yüksek eylemlerde polisle çatışmalar, maden işletmelerinin tahrip edilmesi, gözaltılar vb. yaşanır. Çok sayıda işçi işlerinden olurlar.[4]

Zonguldak madenlerinde sendikal örgütlenmenin tarihi de eskilere dayanır. Osmanlı ve erken cumhuriyet dönemlerinde kimi örgütlenmeler olmakla beraber bugüne dek uzanan sendikal gelenek 1946 yılında kurulan Ereğli Kömür Havzası Maden İşçileri Derneği ile başlar. İsim değişiklikleri ve zaman zaman ortaya çıkan farklı sendikalar olsa da bu gelenek günümüzde Genel Maden-İş Sendikası ile devam etmektedir. Zonguldak işçilerinin mücadele tarihi aynı zamanda sendikal bürokrasiye karşı öfkeli başkaldırılarla da örülüdür. 1968’de toplu sözleşme işverenin tutumunu protesto etmek için başlayan kendiliğinden yürüyüş sonunda sendika genel merkezinin de yıkılıp dökülmesine varan bir öfke patlamasına dönüşür. Mart 1970’de sendika başkanı Osman İpekçi’yi protesto eden binlerce işçi ocaklara inmez ve barikatları yararak kent meydanına kadar ulaşır. Havzadaki eylem geçmişi kollektif hafızada yer etmiştir. 1990’daki grev ve ardından gelişen yürüyüş öncesinde ve sırasında bu yakın geçmişten örneklerin yarattığı karamsar bir beklenti de mevcuttur. Ancak bu kez herşey çok daha farklı gelişecektir.

Diğer yandan Zonguldak’ta özellikle TİP’in kuruluşundan başlayarak işçi hareketi üzerinde belli düzeyde etkisi olan sosyalist bir geleneğin varlığını unutmamak gerekir. Güçlü il örgütlerinden birisine sahip oldukları Zonguldak’ta, yukarıda andığımız 1960’lı yılların işçi hareketlerinden sorumlu tutulanların başında TİP’liler gelir. İl örgütünün yayını Sömürücüye Yumruk 1960 sonlarında il sınırlarını aşan önemli bir sosyalist yayın olarak dikkat çeker. 1970 sonlarında ilerici işçiler tarafından sendika içinde oluşturulan Tabanın Sesi Hareketi güçlü bir muhalefet odağı olarak etkilerini 80’li yıllarda da sürdürür.[5] İşyeri komitelerinin oluşturulması hareketin kritik katkılarından birisi olur. Hareket içinde yer alan pekçok öncü işçi grev ve yürüyüşte de etkin rol oynayacaktır.

Eylemin Gelişim Süreci[6]

Büyük Madenci Yürüyüşü işçi hareketinin ulusal ve yerel düzeydeki birikimi çerçevesinde değerlendirilmelidir. Ulusal düzeyde hareketin kökleri Türkiye işçi sınıfının ANAP iktidarı ile süren neo-liberal 12 Eylül rejimi ile büyük bir hesaplaşma içine girdiği, yaratıcı bir eylem repertuvarı geliştirerek kitlesel biçimde tarih sahmesine çıktığı ünlü Bahar Eylemlerine
uzanır. İşçi hareketindeki bu beklenmedik yükseliş dalga dalga tüm sendikalara yansımıştır. Bu bağlamda Kasım 1989’da yapılan Genel Maden-İş Sendikası Genel Kurulunda Şemsi Denizer’in başkanlığında genç ve mücadeleci bir ekip iş başına gelmesi Büyük Grev ve Yürüyüşe giden yolda önemli bir halkadır.

Öte yandan yeni ekibin iş başına gelmesinin öncesinde 1988 toplu sözleşme sürecinde ortaya çıkan taban aktivizmi de önemli bir dinamik olarak kaydedilmelidir. Kilimli bölgesinde öncü işçilerin sözleşme sürecine tabanın katılımını sağlamak ve taleplerini yansıtmak için giriştikleri çabalar ve 12 Eylül’de daha sözleşme görüşmeleri devam ederken patlayan direniş büyük eylem öncesinin gözden kaçmaması gereken öncülleridir. Çocuklarının yakında başlayacak okul masrafları için istedikleri bir milyon lira avansın işveren tarafından reddedilmesi üzerine ocaklara inmeyen işçiler sendikanın insiyatifini aşan bir radikalizm içindedirler.[7]

Yeni ekibin yönetimine gelmesi sonrasında sendika Zonguldak’ta etkili bir mücadele çizgisi geliştirmeye başlamıştır. 1990 yılının ilk aylarında Zonguldak ve Yeni Çeltek’te art arda meydana gelen büyük iş kazaları karşısında GMİS etkin eylemli bir tutum alır. 14 Şubat’ta 2 saatlik iş bırakma eylemi gerçekleştirilir. Ardından 24 Şubat’ta Türkiye Maden-İş Sendikası ile birlikte Zonguldak’ta geniş katılımla İnsana Saygı mitingi düzenlenir. Türk-İş’in mitinge destek olmaması, yönetimin alanda bulunmaması eleştirilir.

Toplu sözleşme görüşmeleri sürerken sendika Zonguldak kamuoyuna dönük etkili bir kampanya da yürütmektedir. 3 Ekim’de kentte bulunan meslek odaları, sendikalar ve ticaret sanayi, esnaf odaları yaptıkları ortak açıklamayla maden işçisinin onuruna yakışır bir ücret alması gerektiğini, TTK zararlarından işçilerin sorumlu tutulamayacağını vurgularlar ve toplu sözleşme görüşmelerinin ortak noktalarda birleşerek sonuçlandırılması talebini dile getirirler. 17 Kasım’da gerçekleşen Zonguldak Kurultayı’nda ise katılımcı siyasi parti temsilcilerinin desteği ile açıklamada belirtilen hususlar kamuoyuna duyurulur. Gerçekte özelleştirme yanlısı olan DYP’lilerin de aralarında bulunduğu milletvekilleri açıklamayı bizzat imzalarlar. Tüm bu etkinlikler, duyurular, açıklamalar maden işçileri hareketinin o sırada kentin siyasal ve sosyal yaşamında bir hegemonya oluşturduğuna işaret etmektedir.

Sendika eğitimler, işçi toplantıları ve çeşitli konulardaki konferanslar, panellerle hem üyelerini hem de kentin kamuoyunu genelde mücadeleye, özelde ise greve hazırlamaktadır. Sendikanın bu sıralarda hazırladığı broşürler, yayınlar, toplantılarında atılan sloganlar vb. de ortaya çıkan söylemin mücadeleci ve daha ötesi sol bir rengi yansıttığı görülür. (Örnek: “hak verilmez alınır”, “kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz”, “üreten biziz yöneten de biz olacağız”, “örgütlü güç yenilmez”, “işçiyiz haklıyız kazanacağız”, “işçiler birleşin iktidara yerleşin”, “zam zulüm işkence işte iktidar” vb…)

Toplu iş sözleşmesi sürecine girilirken yapılan açıklamalarda öncelikli hedefin 12 Eylül döneminde baskı ve sömürü ile gasp edilen hakların geri alınması olduğu vurgulanmaktadır.

Genel ve yerel düzeyde yukarıda anılan güçlü dinamikleri arkasına almış olan Denizer seçildikten kısa süre sonra yaptığı bir açıklamada Türk-İş’in Aralık 1989’da gerçekleşen Genel Kurulundan ilerici, yenilikçi bir yönetimin çıkmamış olmasından duyduğu hayal kırıklığını belirtir ve Türk-İş yönetimini uyaran, tabanın eğilimlerine yaklaştıran, işçiden yana girişimlere zorlayacaklarını vurgular.[8] Nitekim 600 bin civarında kamu işçisini ilgilendiren toplu sözleşme müzakere sürecinde Türk-İş içinde yaşanan tartışmalarda Denizer baştan itibaren işin kavgasız bitmeyeceğini dile getirerek, kamu işveren sendikası karşısında sert bir tutum alınması ve tüm kamu işyerlerinde ortak biçimde greve çıkılması yönünde görüş bildirir. Ancak Türk-İş yönetimi ve kimi sendikalar bu konuda farklı tutum geliştirirler. Ücret artışı taleplerinin makul düzeyde tutulması istenir. Buna karşılık iktidar sözleşmelerde tavizsiz bir tavır takınmaktadır. Sonunda o sıralarda konfederasyon içinde ortak tutum alan sol kanat sendikaların bastırmasıyla Türk-İş Başkanlar Kurulunun 31 Ekim’de yapılan toplantısında genel eylem kararı alınır. Eylem hem tıkanan toplu sözleşmelerde kazanım sağlanmasını hem de işçi sınıfının Anap iktidarında ağırlaşan sorunlarının ortaya konmasını hedeflemektedir.

Bununla birlikte Türk-İş yönetimi ve bağlı sendikaların ana gövdesinin kamu toplu sözleşme sürecinde Denizer’in istediği gibi ortak hareket etme yönünde davranmayacakları da ortaya çıkar. Birlikte greve gidebilmek için gerekli olan toplu sözleşme prosedürlerinin hızlıca işletilmesine yanaşılmamaktadır. Yaşanan tartışmaların ardından Denizer Türk-İş içinde ortak tutum alma gayretinden vazgeçer ve GMİS grev tarihini konfederasyona haber vermeden belirler. Denizer’e göre artık Türk-İş’i emrivakilerle mücadeleye sokmaktan başka çare kalmamıştır. Durumu gören Türk-İş yönetimi herşeye rağmen GMİS’in hükümetle uzlaşması için arabuluculuk yaparak ilgili bakanlarla temaslar sağlarlar. Ancak tam bu sırada Özal’ın bir konuşması atmosferi değiştirir.

28 Kasım günü Ankara’da bir toplantıda konuşan Özal “Zonguldak kömür havzasının zararı 600 milyarı buluyor. İşçiye yüzde 60 zam verirseniz zararı 1 trilyon lirayı bulacak…Bir an önce KİT’leri özelleştirmeniz icap eder. Artık ucuz verdim, pahalı verdim lafı da yok. Nereye verirseniz verin bunları bir an önce” demektedir.[9]

Açıklamanın ardından ipler kopar. Denizer o sırada sözleşme görüşmelerini sürdüren arkadaşlarını arayarak dönmelerini ister. GMİS genel merkezinde birçok sendikanın yöneticileri ve Türk-İş’ten Teşkilat Sekreteri Mehmet Bamyacı’nın katılımıyla uzun bir toplantı gerçekleştirilir. Katılımcı sendika başkanları GMİS’le dayanışma içinde olduklarını beyan ederler. Artık geri dönüş yoktur.

Grev Başlıyor

Grev 30 Kasım 1990 sabah 8’de Zonguldak TTK işyerlerinde ve MTA’nın Türkiye’nin 12 bölgesindeki sondaj kamplarında eş zamanlı olarak başlar. Denizer daha önce çalıştığı Gelik İşletmesinde grevi “işçiler elele genel greve” sloganları eşliğinde ilan eder. Grev büyük bir coşkuyla ve işçilerin yanısıra ailelerinin de katıldığı yürüyüşlerle başlar. İşçiler aileleri ile birlikte oluşturdukları kortejlerle bazen 20 km’ye varan uzun yolları sloganlarla yürüyerek kent merkezine gelirler. Daha önceden çok da planlanmadan başlamış olan bu yürüyüşler Zonguldak grevinin karakteristiği olur. Binlerce madencinin ve eşlerinin kent merkezine uzak ocak bölgelerinden başlattığı ve kilometrelerce süren kitlesel yürüyüşler ardından kent içinde fiili mitinglere dönüşür. Bu yürüyüş ve fiili mitingler aynı zamanda Şemsi Denizer’in bir işçi önderi olarak yıldızının parlamasını da sağlar. Kitleyle karşılıklı diyalog biçiminde gerçekleştirdiği miting konuşmaları hem grevin kamuoyundaki popüleritesini artırır hem de grevdeki işçileri moral yönden güçlendirir. Yürüyüşlere katılım ise ilk günden itibaren gitgide genişlemiş, madencilerin ötesinde farklı işçi grupları, yerel demokratik örgütler ve kent ahalisinin katılımıyla ortaya bir kent grevi çıkmıştır. Grevin ilerleyen günlerinde kentteki esnaflar dükkanlarını açmayarak ve camlarına grevi destekleyen yazılar asarak dayanışma gösterirler. Belediye işçileri iş bırakarak destek verir.

Tüm bu eylemlerde öne çıkan tema ise Özal karşıtlığıdır. Açıklamaları yüzünden eylem Özal’a karşı bir meydan okumaya dönüşür. Grev beklenenin ötesinde bir politizasyon yaratmıştır. Sloganlarda Özal karşıtlığı belirgin bir biçimde görülür: “vur vur inlesin Çankaya dinlesin”, “Zonguldak Özal’a mezar olacak”, “yar saçların lüle lüle Özal sana güle güle”, “işçilerin düşmanı Çankaya’nın şişmanı”, “padişah istifa” vb. Özal’ın müdahalesi grevin ücret talebini gölgede bırakmış, madenlerin kapatılmaması için yapılan bir direnişe dönüştürmüştür.

Konuşma ve sloganlarda aynı zamanda Özal şahsında özelleştirmeci neo-liberal zihniyete yönelik bir meydan okuma ortaya konur. Denizer’in işçilerle yaptığı karşılıklı konuşma biçimindeki mitinglerde Özal’ın savunduğu devletin iktisadi yaşamdan çekilmesi yönündeki görüşler kıyasıya eleştirilir. Dolayısıyla salt madenlerin kapatılmaması ya da madencilerin ücretlerinin iyileştirilmesinin ötesine geçen talepler, eleştiriler gündeme getirilir.

Muhalefet partilerinin genel başkanları grev öncesi yapılan miting ve parti kongrelerinde maden işçilerine destek açıklamaları yaparlar. Grevin başlamasıyla birlikte muhalefetteki partilerin genel başkanları bizzat Zonguldak’a gelerek grevcilerle dayanışma içinde bulunduklarını gösterirler. DSP Genel başkanı Ecevit grevin ilk günü gelerek partisinin penceresinden grevcilere seslenir. 5 Kasım’da SHP genel başkanı İnönü partisinin 60 milletvekili ile birlikte Zonguldak’a gelir ve sendikayı ziyaret eder, kent meydanında grevcilere hitap eder. 7 Kasım’da DYP genel başkanı Demirel Zonguldak’tadır. Arabayla kalabalığın arasında gezerek kitleyi Denizer’le birlikte selamlarlar. İlerleyen günlerde başta İstanbul, Kocaeli gibi merkezler olmak üzere pekçok bölgeden binlerce sendikalı işçi gelerek destek verirler. Türkiye’nin belli başlı tüm sendikaları, kitle örgütleri ve birçok sanatçı ve aydın Zonguldak’a akın eder. Zonguldak ülkenin gündemini belirlemekte, Anap iktidarına karşı birikmiş öfkenin adresi olmaktadır. Ancak kentte yoğunlaşan bu basınç artık dışarıya taşmayı, ülkenin tammana yayılacak bir harekete dönüşmeyi ve en önemlisi sonuç almayı dayatmaktadır. Diğer yandan Türk-İş daha önce ilke kararı aldığı genel eylem için tarih belirlemişti. 3 Ocak 1991’de Türkiye tarihinin en geniş katılımlı genel grevine çıkılacaktır. Bu atmosfer içinde, grev sürecinde fiili olarak ortaya çıkan kolektif bir talep olduğu anlaşılan büyük yürüyüş artık somut bir gündem haline gelir. Sonunda Genel Eylemin ertesi günü, 4 Ocak’ta Ankara Çankaya’ya yürüyüşün başlatılma kararı alınır.

Ankara Yürüyüşü

1 Ocak’ta Abant’a gelen başbakan Akbulut ile GMİS yöneticileri uzun bir toplantı yaparlar. Akbulut yürüyüşü engellemek için son dakika hamleleri yapmaya çalışmaktadır. Ancak ücret pazarlıklarında istenen uzlaşma sağlanamaz. Hükümet yetkililerinin, Zonguldak ve Ankara valilerinin yürüyüşü engellemeye yönelik çabalarına karşın tabanda oluşan olağanüstü beklenti ve irade sendikacıları yürüyüşü başlatmak zorunda bırakır.

 

Tarihi Zonguldak-Ankara Büyük Yürüyüşü 4 Ocak 1991 günü saat 9.30’da başlar. Daha önceden ayarlanan araçlara izin verilmemesi üzerine işçiler kortejlerini oluştururlar ve yürüyerek Ankara yoluna çıkarlar. Denizer diğer sendikaların yöneticileriyle birlikte yürüyüşün en önünde yer alır. Yürüyüşe yalnızca madenciler değil eşleri ve Zonguldak halkı da katılır. Büyük coşkuyla başlayan yürüyüş zorlu kış şartlarında devam etmek durumundadır. Ucu bucağı görünmeyen kortejin yoldaki görüntüsü umut ve heyecan vericidir. kadın, erkek, yaşlı, genç onbinlerce emekçi sloganlarla ve marşlarla Ankara’ya, orada da uzun süredir baş düşman ilan ettikleri Özal’ın bulunduğu Çankaya’ya yürümektedirler. Yürüyüşçüler bütün gün yürüdükten sonra geceyi Devrek’te geçirdiler. İkinci gün ise yürüyüşçüler büyük bir barikatla karşılaşırlar. İçişleri Bakanının talimatı ile kurulan barikat Denizer’in başbakanın talebine uyarak Bolu’ya onunla görüşmeye gitmesi üzerine açılır. Görüşmede yine anlaşma olmaz. Ancak başbakan Akbulut’un işçilerle görüşmek üzere bir anlamda onların “ayağına gitmiş” olması ve uzlaşma yolu araması Özal tarafında şiddetle eleştirilecektir. Özal yürüyüşün tedbirlerle bitirilmesinden yanadır. Yürüyüş Mengen’in biraz ilerisinde kurulan ikinci barikat önünde tıkanır. Hükümetle yapılan görüşmeler sonuçsuzdur, kış şartları oldukça ağırdır ve güvenlik güçleri giderek sertleşen bir tutumla yürüyüşü engelleme yönündeki kararlılıklarını göstermektedirler. Çok sayıda işçi gözaltına alınarak mahkemelre sevkedilmiştir. Sonuçta olası olumsuzlukları önlemek isteyen Denizer yürüyüşü bitirme kararını açıklar. İşçiler yaşadıkları hayal kırıklığına karşın karara uyarlar ve Zonguldak’a geri dönülür. Ardından hükümetle yapılan görüşmelerde yine bir uzlaşma sağlanamaz. Zaten hükümet yürüyüşün de bitirilmiş olmasının verdiği rahatlamayla uzlaşmaz bir havaya girmiştir.

16 Ocak’ta Körfez Savaşı başlar. 25 Ocak’ta ise Bakanlar Kurulu savaşı bahane derek tüm grevleri erteleme kararını alır. 27 Ocak günü kararın Resmi Gazetede yayınlanmasının ardından işçiler, yer yer protestolarla da olsa, ocaklara inerler. 5 Şubat’ta ise büyük ölçüde hükümetin teklifi doğrultusundaki sözleşme Denizer’in sözleriyle “kerhen” imzalanır. Böylece Türkiye işçi hareketi tarihinin en büyük eylemlerinden birisi hüzünlü bir biçimde sona ermiş olur.

Değerlendirmeler

Maden işçilerinin kitlesel eylemleri tarih boyunca birçok coğrafyada önemli sendikal ve siyasal etkiler yaratmıştır. 19. yüzyılda ABD’de işçi hareketinin en militan çıkışları maden işçilerinden geldi. Güney Afrika’da ırkçı apartheid rejimine karşı yürütülen direnişte maden işçilerinin önemli bir yeri oldu. İngiltere’de de maden işçileri sendikal mücadelenin yanısıra İşçi Partisi öncülüğündeki emeğin siyasi mücadelesinde önemli rol oynadılar. Diğer yandan 1985’te madencilerin yenilgisiyle biten büyük grev ise Thacher’ın neo-liberal zaferinin simgesel dönüm noktası oldu.[10] İngiliz kömür madeni işçilerinin 1984 Mart’ında başlayan ve yaklaşık bir yıl süren grevi ile Zonguldak Grev ve Yürüyüşü arasında, birçok farklılığın yanısıra, ilgi çekici bazı benzerliklerden söz etmek mümkündür. Herşeyden önce her ikisi de neo-liberal özelleştirme ve ücret bastırma politikalarına karşı girişilmiş hareketlerdir. Hükümetlerin aşırı maliyetlerinden dolayı madenlerin kapatılması yönündeki ısrarları her iki harekette de işçilerin tepkisini yoğunlaştırmıştır. Her iki grev de karizmatik ve otoriter bir liderin (Ulusal Maden İşçileri Sendikası başkanı Arthur Scargill ve GMİS başkanı Şemsi Denizer) önderliğinde yürütülür. Grevlerin hem güç kazanmasında hem de son aşamalarında istenen hedefe ulaşamamasında bu güçlü liderliklerin etkisi görülür. Ulusal Maden İşçileri Sendikası’nın (NUM) bağlı bulunduğu İngiliz İşçi Sendikaları Konfederasyonu’ndan (TUC) destek alamamasına benzer biçimde GMİS de grev ve yürüyüş boyunca Türk-İş’ten beklediği düzeyde bir destek görememiştir. NUM da GMİS de ülkedeki diğer sendikalar ve kamuoyu tarafından ciddi biçimde destek görseler de, nihai belirleyiciliği olan bir topyekün direnişi harekete geçirememişler, en son aşamada yerel/sektörel hareketler olarak kalmışlardır.

İngiliz madencilerinin grevinin yenilgi ile sonuçlanması İngiltere’de neo-liberalizmin hegemonya mücadelesinde dönüm noktası sayılırken, Zonguldak Yürüyüşünün sonlandırılması ve ardından grevin ertelenmesi de Türkiye emek hareketinin 89’da başlayan yükselişinin tepe noktası ve aşağı doğru iniş eğiliminin başlangıcı olarak değerlendirilebilir. Grev ve yürüyüşün gerçekleştirildiği 1990-91 Türkiye’de o zamana kadarki katılan işçi sayısı ile kaybolan işgünü sayıları açısından en yoğun grevlerin yaşandığı yıllar olarak kayıtlara geçmiştir.[11] 1995’e kadar süren bu eğilim sonrasında keskin bir düşüş eğilimine girer. Bu kesiti Türkiye işçi sınıfının neo-liberalizme karşı güçlü itiraz dönemi olarak alabiliriz. Boratav 89 Bahar Eylemleri ile başlayan, sonrasında Zonguldak’ın da içinde bulunduğu büyük grevlerle gelişen işçi hareketi dalgası ile art arda yaşanan referandum ve seçim yenilgilerinin Anap iktidarını gönülsüzce de olsa popülizme dönmeye zorladığını, milli gelirin paylaşımında emek aleyhine bozulanın telafi edilebildiğini saptar.[12]

1950’lere kadar Türkiye’nin en büyük ve önemli işletmesine sahip olmasına rağmen ülkenin kalan kısmından adeta tecrit edilmişçesine yaşayan, böyle yaşaması için kendisine özel bir rejim uygulanan bu bölge ve halkı etkileri yakın zamana kadar geçerli olabilmiş bu özel tarihin ister istemez yönelttiği bölgesiyle sınırlı düşünme ufkunu aşıp, sorunlarını ülke gündemine sokmaya, bu bütünlük içinde çözüm aramaya başlamıştır.[13]

Laçiner maden işçilerinin eylem sürecinde gösterdiği olgunluğa dikkat çekmektedir. Keza sendikanın yönlendiricilik işlevini hakkıyla yerine getirdiği vurgusu da önemlidir. Laçiner bu eylem sürecinde iktidar ve sermayenin “bilimsel-teknolojik gelişmelere ayak uydurma” ve “verimlilik” hesaplaması ölçütüne göre düşünme tezinin ilk kez böyle güçlü biçimde işçi sınıfına karşı kullanıldığını ve bundan sonra da bunun devam edeceği tespitinde bulunur.[14]

Bazı sosyalist yazarlar Türkiye işçi hareketinin sosyalist hareketle kıyaslandığında moral ve kendine güven açısından daha ileri bir noktada yer aldığını belirtirler.[15] Zonguldak grevi sırasında kendi ürettiği demokratik talepler ve geçiş talepleriyle ne kadar kısa bir süre zarfında politikleşebileceğinin mesajlarını vermiştir. Gerçekten de grev boyunca yapılan yürüyüşlerde atılan savaş karşıtı sloganlar, iktidarı ve neo-liberal politikaları doğrudan hedefe koyan açıklama ve sloganlar hareketin politikleştirici etkisini göstermektedir.

Zonguldak’ın 1980 sonrası seçim sonuçlarına baktığımızda DYP ve Anap ağırlıklı bir merkez sağ seçmen görürüz.[16] Ancak bu durum kentteki seçmenlerin büyük bölümünü oluşturan madencilerin ve ailelerinin neo-liberalizmin yıkıcı sonuçlarına karşı kararlı biçimde mücadele etmelerini engellememiştir. “Grev yapılırsa ocaklar kapanır” tehdidi sürekli gündemde tutulduğu halde tüm kentin grevi sahiplenmesi tarihi bir ders niteliğindedir. O dönemde egemen siyasetteki yarılmaların da eylemi güçlü kıldığını söylemek yanlış olmaz. Özellikle grevin ilk aşamalarında, gerçekte kendileri de neo-liberal politikaların savunucusu olan ya da ciddi bir alternatif geliştiremiyor durumda bulunan, muhalefet partilerinin desteği geniş bir kamuoyu yaratılabilmesini sağlamıştır.

Büyük Yürüyüş uzun bir aradan sonra işçi sınıfının örgütlü gücünü kitlesel biçimde ortaya koyan bir örnek olarak siyasi beklentiler de yaratmış, farklı porjeler için esin kaynağı olmuştur. Hareketin lideri durumunda olan Şemsi Denizer kendisiyle eylemden bir yıl sonra yapılan mülakatta hedeflerinin salt ekonomik kazanımlar olmadığı, demokratik kazanımlar sağlamak, hatta Anap iktidarını devirmek olduğunu ısrarla vurgulamaktadır.[17] Birbirlerinden çok farklı çizgideki sol çevreler de eyleme siyasi açıdan önemli misyonlar yüklemektedirler. En yüksek heyecanı o sıralarda Sosyalist Parti ve İkibine Doğru dergisi aracılığıyla etkili bir muhalefet yürütmekte olan ve eylemi hararetli biçimde sahiplenen Aydınlık çevresi de duymaktadır. Yayınlarında “işçi Özal’ı götürüyor” başlıklı yazılar yer alır.[18] Troçkist çizgide yayın yapan Sosyalizm dergisinde ise başında Şemsi Denizer’in bulunacağı bir kitlesel işçi partisi çağrısı yer alır.[19]

Zonguldak grev yürüyüşü tüm eksiklerine karşın sendikalar arası dayanışmanın güçlü biçimde kurulduğu bir örnek olarak da önemli eylemdir. Özellikle mücadeleci, muhalif sendikalar bu süreçte GMİS etrafında kenetlenmişlerdir. Grev ve yürüyüşün 3 Ocak Genel Eyleminin bir potansiyel olarak oluşması ve kararının alınmasında önemli katkısı olmuştur.[20] Zonguldak grevi ve yürüyüşü yalnız sendikalar değil toplumun çok geniş kesimleri tarafından desteklenmiş, adeta dayanışma ruhu tüm ülkeyi sarmıştır. GMİS’e birçok sendikadan ve uluslararası sendikal yapıdan yardımlar gelmiştir. Ama özellikle eylemin kritik anı olan yürüyüşün kesintiye uğradığı günlerde gerekli olan fiili, somut desteğin gerçekleşememiş olması da birçok kişi ve örgüt tarafından Türkiye emek hareketinin tarihsel zayıflığı ve hatası olarak değerlendirilmektedir. Örneğin Petrol-İş yaptığı değerlendirmede madencilerin Ankara yürüyüşüne diğer sendikalar yeterli eylemsel desteği veremediklerini açıklıkla vurgular.[21]

Ancak Denizer’in işçiler açısından motive edici karizmatik kişiliği sendikal alanda geliştirdiği ilişkilerde olumsuz bir unsur olarak rol oynar. Türk-İş yönetimi ile giriştiği mücadeledeki özensizliklerinin ötesinde kendisini destekleyen muhalif sendikaların yöneticilerinden de ciddi eleştiriler alır. Kendisini öne çıkaran, dayatmacı tutumu onu yalnızlaştırır. Grev sonrası gündeme gelen yolsuzluk iddiaları, lüks yaşam biçimine dair basına yansıyan, bir toplantıda yakınlarını maden kazasında kaybedenlere yönelik sözleri vb. Denizer’in imajını hayli sarsar. SHP’den milletvekili adayı olur ancak beklediği desteği bulamaz ve seçilemez.

Her büyük eylem gibi Büyük Madenci Yürüyüşüne de farklı anlamlar yüklendiği, farklı beklentiler oluştuğu görülür. Kimileri için sıkışan bir toplu sözleşme sürecinde talep edilen zammı alabilmek için girişilen radikal bir eylemdir. Kimine göre plansız, gözü kara bir harekettir. Kimileri işçi sınıfının artık politik misyonuna sahip çıkarak iktidarı devirmesini beklemiştir. Aslında her tarihsel eylem gibi Zonguldak Grev ve Yürüyüşünün de çok katmanlı bir yapı gösterdiğini kabul etmek en doğrusu olacaktır. Kuşkusuz grev ve yürüyüşün somut bir bağlamı, talepleri vardır. Ama özellikle de Özal’ın ve partisi ANAP’ın tutumu nedeniyle eylemin beklenenin ötesinde bir politizasyon yarattığı, 12 Eylül rejimiyle bir hesaplaşmanın parçası haline geldiği de bir o kadar gerçektir. Belli bir tarihsel anda tek tek aktörlerin niyet ve yönlendirmelerini aşarak gelişen eylem Türkiye işçi hareketinin dönüm noktalarından birisini oluşturmuş; artık derslerle dolu tarihsel bir örneğe ve emeğin mücadelesinde umut verici bir katkıya dönüşmüştür.


1. Birkaç örnek için bkz. Donald Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenciler ve Devlet. (Çev.N.Özok Gündoğan-A.Z.Gündoğan), Boğaziçi Üniv. Yayınevi, İstanbul, 2009; AhmetAli Özeken, Ereğili Kömür Havzası Tarihi Üzerine Bir Deneme 1840-1940, Kenan Matbaası, İstanbul, 1944; Sina Çıladır, Zonguldak Havzasında İşçi Hareketlerinin Tarihi, 1848-1940,Yeraltı-Maden-İş Yayınları, Ankara, 1977; Nurşen Gürboğa, The Zonguldak Coal Basin As The Site of Contest, Ottoman Bank Archives and Research Centre, İstanbul, 2009; Erol Çatma, Kömür Tutuşunca: 1965 Madenci Direnişinin Öyküsü, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 2014.
2. Kadir Yıldırım, Osmanlı’da İşçiler 1870-1922, İletişim Yayınları, İstanbul, 2013, s.233-235
3. Direnişin kapsamlı anlatımı ve değerlendirmesi için bkz. Çatma, 2014.
4. Örnekler için bkz. Çatma, s. 136-141
5. Sözkonusu hareketle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Kadri Tuncer, Tarihten Günümüze Zonguldak’ta İşçi Sınıfının Durumu, Göçebe Yayınlaır, İstanbul, 1998.
6. Bu bölümün yazımında genel olarak şu kaynaklar kullanılmıştır: Sevkuthan N. Karakaş, Eylem Günlüğü-Zonguldak Maden Grevi ve Yürüyüşü, Metis Yayınları, İstanbul, 1992.
Şemsi Denizer Anlatıyor: Zonguldak Gerçeği, Uyanış A.Ş., Zonguldak, 1991.
7. Sözkonusu eylemlerle ilgili haberler ve değerlendirmeler için bkz. Ulusal Basında Genel Maden-İş 1990-1993, GMİS Yayını, Zonguldak, 1993.
8. Şemsi Denizer Anlatıyor: Zonguldak Gerçeği, Uyanış A.Ş., Zonguldak, 1991, s.11
9. Aktaran: Denizer 1991, s.65
10. Sözkonusu grevin ayrıntılı bir aktarımı ve analizi için bkz: Tayfun Ertan, “İngiltere’de Kömür İşçileri Grevi 1984-1985”, 11.Tez Kitap Dizisi-5, Şubat 1987, s.110-149.
11. Petrol-İş Yıllığı-1991, s.201
12. Korkut Boratav, Türkiye İktisat tarihi-1908-2009, İmge Kitabevi, 2015, s.177.
13. Ömer Laçiner, Zonguldak Olayı ve İşçi Hareketinde “Siyaset”, Birikim, Ocak 1991, s.6-7
14. Laçiner, s.8
15. Şadi Ozansü, “Kürt Ulusal Hareketinin Türk Sosyalist Hareketine Etkileri ve Türkiye İşçi Sınıfı”, Sınıf Bilinci, Sayı. 9/10,Temmuz 1991, s.53
16. ANAP: 1983’te %36.9, 87’de %24.6 ve 91’de %18.6; DYP: 87’de %24.9 ve 91’de %30.1 %; DSP: 87’de %26.9 ve 91’de %24; SHP(HP): 83’te %38.9, 87’de %16.5 ve 91’de %14.9 (https://biruni.tuik.gov.tr/secimdagitimapp/secim.zul)